CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Şehitkamil Kongre Merkezinde sivil toplum örgütü temsilcileriyle düzenlenen buluşmada şöyle konuştu:
Hepinize teşekkür ederim. Türkiye’nin en güzel kentlerinden birisindeyiz, Gaziantep’teyiz. Az önce arkadaşımız Gaziantep’i anlatırken Kurtuluş Savaşında hayatını kaybeden kahramanların da isimlerini saydı. Bu kentin cumhuriyete yaptı katkı çok büyüktür, Türkiye’ye yaptığı katkı çok büyüktür. Kuvayımilliye mücadelesine yaptığı katkı çok büyüktür. O nedenle Gaziantep’in ve Gazianteplilerin önünde saygıyla eğilmek her vatandaşın namus borcudur, hepinizin önünde saygıyla eğiliyorum.
Bu kentin birden fazla özelliği var, tarihsel derinliği var ama aynı zamanda bir sanayi kenti, bir üniversite kenti, bir aydınlar kenti Gaziantep. Yeni bir sürecin içine giriyoruz. 24 Haziran’da sandığa gideceğiz, Gazianteplilerden sadece bir şey bekliyorum, ellerini vicdanlarına koysunlar ve sandığa öyle gitsinler. Düşünsünler, kendilerini düşünsünler, çocuklarını düşünsünler, Gaziantep’i düşünsünler, Türkiye’yi düşünsünler ve sandığa öyle gitsinler. Benim isteğim bu. Partilerden tamamen bağımsız olarak söylüyorum bu lafı. Türkiye geldi bir yerde tıkandı hepimiz görüyoruz. Referandum sırasında söylüyordum, freni patlamış bir kamyona binmişiz hep beraber yokuş aşağı gidiyoruz. Aynı süreç devam ediyor. Freni patlamış bir kamyonda hep beraber gidiyoruz. Nereye gittiğimiz belli değil. Söz ediliyor efendim dolar yükseldi, dolar şöyle oldu, dolar böyle oldu. Dolar olduğu yerde duruyor arkadaşlar, düşen Türk Lirası. Sorun dolarla borçlananda, sorun dolarla ödemede. Daha fazla Türk Lirası bulacaksınız ki, eski doları bulasınız, yakalayasınız, alasınız. İş dünyası tedirgin, anneler tedirgin, emekliler tedirgin, çiftçi tedirgin, sanayici tedirgin, herkesin kafasında kocaman soru işaretleri, ne olacak bu halimiz diye.
Sizin sorularınıza yanıt vermeye çalışacağım, kafanızda şu veya bu şekilde oluşan sorulara yanıt vermeye çalışacağım. İşçi intihar eder işsizim diye, çiftçi kendisini yakmaya kalkar geçinemiyorum diye banka borçlarım nedeniyle. Sanayici intihar eder. Bakın, gerek işçi, gerek sanayici, gerek çiftçi üçünün bir özelliği var. Nedir özellikleri biliyor musunuz? Bunların üçü de üretmek ister. Güçlerini üretimden alırlar. Sanayici öyle, çiftçi öyle, işçi de orada çalışır kazanır ve alın teri döker. Rantiye sınıfından intihar eden, rantiye sınıfından kendisini yakan bir adam gördünüz mü hiç? Niye yok? O zaman şu soruyu hepimiz kendimize sormak zorundayız, bu düzenden kim memnun? Bu düzenden memnun olan ve memnun olmayan. Bu düzenden memnun olanlar rantiye sınıfları. Parası var, pulu var, bir kısmı içerde, bir kısmı dışarıda. Her tarafında para. Üretim yok, işçi çalıştırmak da yok, bir masa, bir sandalye. Borç mu istiyorsun, faizin kaç olacak diyor içerde dışarıda.
Rakam vereceğim size; bu rakamları her arkadaşımın gittiği yerde anlatması lazım, herkesin söylemesi lazım. Son 16 yılda dışarıda bir grup faiz lobisine ödenen faiz 151 milyar 34 milyon dolar. Yani bu ülkenin yeni doğan çocuğu dahil 90 – 100 yaşındaki vatandaşına kadar 81 milyonu bu ülkede vergi veriyor. Ve bu 81 milyonun ödediği vergilerin bir kısmı dolarla yapılan borçlanma karşılığı yurtdışındaki faiz lobilerine ödenen faizdir. Ne kadar? 151 milyar 34 milyon dolar. Gaziantepli çalışkandır, iş dünyası bütün bu olayları bilir. 152 milyar dolar faiz ödenen bir ülkede ne yapıldı? Bu dışarıya ödenen, bir de içeriye ödenen faiz var. Devlet tahvili, hazine bonosu alıp karşılığında faiz geliri elde edenler. Onların Mart 2018 rakamını veriyorum, ödenen faiz 687 milyar 124 milyon lira. Eski parayla 687 katrilyon lira. Boşuna demiyorum düşünerek sandığa gideceksiniz. Türkiye bu kadar borçlanırsa talimat almak zorunda kalır. Borç alan emir alır. Borç aldılar, şimdi emir alıyorlar, faizi yükselt yoksa dolar yok. Yükselttiler mi? Yükselttiler. Ne kadar? 3 puan. 13,5’tan 16,5’a çıktı faiz. Yurtdışına ödüyorsunuz siz bu faizi. Dünyanın en yüksek faizle borçlanan ülkesi şu anda Türkiye.
Şimdi ben sanayici, işadamı kardeşlerime seslenmek istiyorum. Sanayici kardeşim sabahın köründe kalkar, işçinin aylığı ödenecek, borç ödenecek, taksit ödenecek, mal sattık, taksitle karşılığını alacak mıyız dünyanın işini düşünür. Ama hükümete borç para verip bir masa, bir sandalye atıp keyfini süren adamın elinde sadece ve sadece bir viski kadehi vardır. Dünyanın en yüksek faiziyle parasını verir, garantiyi alır, teminatı Türkiye Cumhuriyeti Devletidir istediği gibi geçinir. Sonra ne olur? Memlekette işsizlik olur. Niye işsizlik var? Efendim biz bunları 24 Haziran’dan sonra yapacağız. Şimdi yap elini tutan mı var, kolunu bağlayan mı var, yasaklayan mı var niye şimdi yapmıyorsun? 16 yıldır yapmadı, şimdi de yapmıyor, ne zaman yapacak? 24 Haziran’dan sonra yapacak. 24 Haziran’dan sonra anahtarı verirseniz kamyonun nereye çarpacağını hep beraber bütün dünya görecek. Yetkiyi vermeyin yazıktır, günahtır bu memlekete, yazıktır, günahtır bu vatandaşa. Yetkiyi vermeyin. Size boşuna demiyorum düşünerek sandığa gidin, düşünerek gitmek zorundayız. Çoluk çocuk sahibiyiz, bu memlekete karşı hepimizin bir borcu var, bayrağımıza karşı bir borcumuz var. Memleket iyi yönetilmiyor değil, yönetilmiyor. Sokaktaki vatandaşa sorun 5 tane bakanın adını say, sayamaz bile. Bir devlet bir kişiye teslim edilemez yazıktır, günahtır.
Binlerce mağdurumuz var. Mağdur dediğim sadece adalet cephesinden mağdur olan değil ona geleceğim. Geçinemiyor insanlar, aldığı aylıkla geçinemiyor. Sosyal devleti yeniden ayağa kaldırmamız lazım. İşsizlikle mücadele etmemiz lazım. Üretenin kazanması lazım, rantiye sınıfının değil üretenin, istihdam yaratanın kazanması lazım, ihracat yapanın kazanması lazım. Tarlada alın teri döken çiftçinin kazanması lazım. Kazanan kim? Rantiye sınıfı. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Nohut dışarıdan, mercimek dışarıdan, buğday dışarıdan, arpa dışarıdan, saman dışarıdan, canlı hayvan dışarıdan, et dışarıdan. Memlekette toprak mı bitti? Çalışacak alan kalmadı herkes çalışıyor da dışarıdan mı alıyoruz? Türkiye tarımı üzerinde 16 yıldır egemen devletlerin dayatması var. Türkiye tarımdan çıksın. Ne olacak? Türkiye’yi biz besleyeceğiz diyorlar. Siz buğday ekmeyin, mercimek ekmeyin, nohut ekmeyin, hayvan beslemeyin. Bizim çiftçiler var diyor ne olacak? Biz onlar üretecek size satacağız diyorlar. 16 yıldır hangi çiftçi hayatından memnun? Antep’in fıstığını biliyorsunuz. Bakan şimdi diyor İran’dan fıstık ithal edeceklermiş, bir o eksiğimiz vardı zaten onu da ithal edecekler. Herkesin düşünmesi lazım, hepinizin tek tek sorumluluğu var. Tamam benim de sorumluluğum var ben bunu biliyorum, ama bu ülkede yaşayan her vatandaşımın tek tek sorumluluğu var. Ülkeyi kolay inşa etmedik, boşuna demiyoruz cumhuriyetin kurucu ayarlarına yeniden dönmek zorundayız. Cumhuriyetin kurucu ayarlarında tarım neydi? Fındık üreticilerini Fiskobirlik korurdu. Her fındık üreticisi getirir malını Fiskobirliğe verirdi. Parasını cebine koyar, evine huzur içinde giderdi. Buğday üreticisi Toprak Mahsulleri Ofisine verirdi, Çaykur’a verirdi, Tariş’e verirdi, Antbirliğe verirdi, Çukobirliğe verirdi. Bunlar cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki değerlerdir. Bütün bunları yok ettik. Fındığı göreceksiniz yakında İtalyanlar alacak. Fındık bahçesinin sahipleri fındık bahçesinin çalışanları olacak. Hedef bu. Çiftçi borç içinde. Onlara söz verdik, sözüm söz 25 Haziran’da parlamento çoğunluğumuz inşallah olacak, parlamentoda çoğunluğu sağlayacağız, ilk yapacağımız işlerden birisi çiftçinin faiz borçlarını tamamen silmek. Çiftçinin borcunu, faiz borcunu silmek benim boynumun borcudur, sileceğiz. Efendim nasıl sileceksiniz? Sen yandaşının hem vergisini, hem faizini, hem ana parasını siliyorsun, ben bir faizini siliyorum nefes alsın adam diye.Bunları yapacağız. Çiftçi bir yıl önceden ne ekeceğini bilecek, planlayacağız ve kazanacak. Zarar eden çiftçi olmayacak. Bunları yapmamız lazım. Yeniden planlamamız gerekiyor. Her alanı planlamamız gerekiyor. Eğitimden tutun tarıma kadar her alanı planlamamız gerekiyor. Kim mercimek ekecek kimler, kimler buğday, kimler mısır, kimler soya bütün bunların planlanması lazım. Herkes ekecek ve herkes kazanacak, kimse kaybetmeyecek. Aksi halde kaybeden milli gelir olur, zarar Türkiye’ye olur. Bir çiftçinin ektiği ürünün karşılığını alamaması milli gelirde düşüş demektir, zarar etti demektir çiftçi. Üreten Türkiye diyoruz. Sanayide yeni bir hamle yapmamız lazım. Türkiye’nin büyük değişim ve dönüşümü gerçekleştirme zorunluluğu var. Geleneksel ürünlerin dışına çıkmamız gerekiyor. Katma değeri yüksek ürün üretmemiz gerekiyor. Katma değeri yüksek ürün ütemezsek Türkiye katma değeri yüksek ürün üreten ülkelerin tüketicisi olur o kadar. Siz 50 kamyon tekstil ürünü gönderirsiniz, o bir çanta cep telefonuyla gelir ve sizden daha fazla kazanır. Türkiye bu değişimi yakalamak ve bu değişimi aşmak zorundadır. Bunları yapmak zorundayız. Peki nasıl yapacağız?
Bakınız, 16 yılda 10’u aşkın mali af çıktı, vatandaş vergisini ödeyemiyor, primini ödeyemiyor. Öyle bir noktaya geldi ki, ödemezsem de olur, nasıl olsa seneye bir af daha çıkar diyor, o zaman öderim. Ne yapmamız lazım? Seçim bildirgemizde var; bütün sanayici arkadaşlarımın okumasını isterim, bütün Kobilerin okumasını isterim, bütün esnafın ve sanatkarın okumasını isterim. Ne kadar vergi veriyorsun kardeşim sen? 500 lira. Ne kadar veriyorsun işçi sigorta primi 50 lira. 550 lira. Zamanında mı ödedin? Zamanında ödedin, borcun yok mu? Borcun yok. Sana bir yıl süreli 550 lira bankadan kredi vereceğiz faizsiz. Diyecekler ki bir yıl süreli faizsiz kredi ödenen vergi ve sigorta primi kadar bu nasıl olacak? Bal gibi olacak. Bir yıl süreli ödediği vergi ve sigorta primi kadar borç olmamak kaydıyla tamamını ödüyorsa bir sefer devlet o kadar az borçlanacak. Londra’daki faiz lobilerine o kadar yüksek faizler ödemeyecek. Para Türkiye’de kalacak. Başka? Krediyi alan işini büyütecek. Daha fazla istihdam, daha fazla üretim yapacak. Katma değeri yüksek ürün üretiyorsa alacağı kredi iki, üç kat olacak. Çünkü onun ihracatından elde ettiği döviz geliri çok daha fazla olacak. Bütün bu teşvikleri düşündük. Kayıt dışı ekonomi azalacak. Ne gerek var kayıt dışına, ne kadar çok vergi öderse, ne kadar çok işçi çalıştırıyor ve prim öderse o kadar fazla sıfır faizli kredi alacak niye gizlesin hesaplarını. Bütün bunları düşündük. İstihdamın ana can projelerinden birisi budur. Bütün Kobiler katma değeri yüksek ürün üretmeye doğru kendilerini zorlayacaklardır ve Türkiye bölgesinin yıldızı olacaktır katma değeri yüksek ürün üretiminde.
Buranın bir başka özelliği var, Suriyeli kardeşlerimiz var burada. Sayıları ne bilmiyorum ama Türkiye’deki sayıları 3,5 milyon – 4 milyon arasında değişiyor. Yapacağımız ilk iş, dış politikada yeni bir hamleyi başlatmak, dış politikada. Türkiye, İran, Suriye, Irak 4 devlet bir araya geleceğiz, gel kardeşim, Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı kuracağız, kısa adı OBİT. Ortadoğu’da barışı ve işbirliğini sağlayacağız. Hiçbir ülkenin iç işine karışmayacağız. Diyeceğiz ki biz kendi ülkemizde, kendi bölgemizde barış içinde yaşayalım, birlikte yaşayalım sorunları beraber çözelim. Egemen devletlerin buradaki baskısına son verelim. Kan akıyor, parayı kim veriyor? Kan akıyor silahı kim veriyor? Ya Rusya veriyor ya Amerika veriyor. Ölen kim? Bizim akrabalarımız, orada da Araplar var burada da Araplar var, orada da Kürtler var burada da Kürtler var, orada da Ezidiler var burada da Ezidiler var, orada da Türkmenler var burada da Türkmenler var. Akraba değil miyiz? Akrabayız. Peki niye kan akıyor? Bu 4 devlet bir araya gelemiyor mu, kendi sorunlarını çözemiyor mu? Ortadoğu’yu bir barış havzasına dönüştüremiyor mu? Bunu yapacağız. Ortadoğu’yu bir barış havzasına dönüştüreceğiz ve Türk iş adamı, iş insanı Ortadoğu’yu yeniden inşa edecek. Yeniden inşa edeceğiz biz.
Ve Suriyeli kardeşlerimize de şunu söyleyeceğiz. Tamam kardeşim geldin başımızın üstüne, oturdun, kaldın, şimdi bak senin ülkeni yeniden inşa ediyoruz, evini, yolunu, okulunu, parkını, hastanesini, her şeyini yapıyoruz. Şimdi kendi ülkene gideceksiniz, kendi ülkesine göndereceğiz. Huzur içinde kendi ülkesine göndereceğiz. Ben bunu söylediğim zaman kızıyorlar vay efendim Suriyelileri nasıl gönderirsin. Bal gibi göndeririz arkadaş. Parası var, yolu var, okulu var, evi var, her şeyi var Suriyeli gidecek. Niçin diyoruz? Benim ülkemde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ikinci sınıf vatandaş, Suriyeli de birinci sınıf vatandaş olmasın. Bu kadar basit.
Annelere seslenmek isterim. Annelerin en duyarlı oldukları alan çocuklarının eğitimi. 16 yılın sonunda nereye geldik? 16 yılın sonunda Sayın Milli Eğitim Bakanının sözüyle çocuklarımızın yüzde 90’ı niteliksiz okullara gidiyor. Şimdi ben annelere sormak isterim, siz çocuklarınızı niteliksiz okullara göndermek istiyor musunuz? Madem çocuklarınız niteliksiz okullara gitmeyecek ve madem çocuklar gerçekten de nitelikli, kaliteli okullara gidecekler o zaman yönünüzü Cumhuriyet Halk Partisine doğru döneceksiniz. Eğitime önem veren bir partiye, bilgiye önem veren bir partiye, insana önem veren bir partiye, sevgiye, saygıya önem veren bir partiye yüzümüzü dönmek zorundayız. Bütün okulları nitelikli okul yapacağız. Taşımalı eğitime son vereceğiz ne demek taşımalı eğitim. Nerede öğrenci varsa öğretmen de orada olacak. İlk bir yıl içinde 180 bin öğretmeni yeniden atacağız. Öğretmenleri devlet memurları kanununun içinden çıkaracağız. Hakimlerin nasıl ayrı bir kanunu varsa öğretmenler içinde ayrı bir kanun olacak Öğretmenler Meslek Kanunu ayrı bir kanun. Öğretmeni baş tacı yapacağız ve bu toplumun en saygın kişisi yapacağız öğretmenleri. Hiçbir öğretmen yoksulluk sınırının altında aylık almayacak. Öğretmen bizim çocuklarımıza emeğini verecekse, bilgisini bizim çocuklarımıza aktaracaksa ve bizim çocuklarımızı çağdaş uygarlığa Türkiye ulaşsın diye yetiştirecekse öğretmen, bu ülkenin en nitelikli kişisi olmak zorundadır. Açlığa mahkum edilen, yoksulluğa mahkum edilen bir öğretmen yeteri kadar çocuklarımızı eğitemez. Onur duyulan, gurur duyulan bir meslek haline öğretmenliği getirmek zorundayız. Sanayiyle eğitim arasında da ciddi bir bağlantı kuracağız. Yeni bir şeyden söz ediyoruz, teknoloji liseleri. Bütün organize sanayi bölgelerinde yatılı teknoloji liseleri kuracağız. Ara eleman ihtiyacını karşılayacağız. 6 yıl olacak teknoloji liseleri en az 6 yıl. 3 yıl okuyacak, 3. yılından sonra hangi alanda yapıyorsa eğitimini, motorsa motor, makinaysa makine, hangi alanda yapıyorsa gidecek o konuda staj görecek fabrikada. Sosyal güvenlik primini Milli Eğitim Bakanlığı ödeyecek. Okulu bitince de işi hazır olacak, iş garantili eğitim. Ha üniversiteye mi gitmek istiyor artı puan vereceğiz, teknoloji lisesinden mezun olan kendi izdüşümü olan üniversiteye, fakülteye gitmek istiyorsa artı puan vereceğiz. Böylece çocuklarımızı liseyi bitirdikten sonra iş arayan değil, liseyi bitirdiklerinde işi hazır olan bir konuma getirmiş olacağız.
Değerli arkadaşlarım, eğitime niye bu kadar önem veriyoruz? Ramazan ayındayız, mübarek bir aydayız, rahmetin, bereketin olduğu bir aydayız. Eğitime en büyük önemi veren sevgili peygamberimizdir. Onun bir hadisi şerifi vardır “alimin ölümü alemin ölümü gibidir” der. Yani bir alimin ölümünü bir kainatın ölümü gibi görür. Bilgiye bu kadar değer verir. Yine aynı şekilde sevgili peygamberimiz “ilim Çin’de bile olsa gidip öğreniniz” der. O yıllarda Çin ulaşılmaz yer, ama orada bile ilim varsa oraya gideceksiniz ve öğreneceksiniz der. Peki nasıl oluyor da 21.yüzyılda ve nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyetinde ve nasıl oluyor da sevgili peygamberimizin bilime, bilim insanına bu kadar değer verdiği bir ortamda, bir dünyada, bir inançta, nasıl oluyor da bizim çocuklarımızın yüzde 90’ı niteliksiz okullara gidiyor? Anteplilerin vicdanına teslim ediyorum bunu. Sandığa giderken düşünün.
Şehitlerimiz var ve gazilerimiz var. Dünyanın bütün ülkelerinde şehit ve gazilere, şehit yakınlarına ve gazilere saygı duyulur. İngiltere’de bir mağazaya mı gider bir gazi anons edilir falan gazi mağazamızı onurlandırmıştır diye. Biz şehit ve gazilerimizi böldük, ayrıştırdık. Ne yaptılar? 15 Temmuz şehitleri, 15 Temmuz gazileri, diğer şehitler ve diğer gaziler. Benim vicdanımı en derinden yaralayan konulardan birisidir bu. Şehit bizim şehidimizdir, şehit yakınları başımızın üstünedir, gaziler bizim gazilerimizdir. Gaziler ve şehitler arasında ayrım olur mu? Ayrım yaptılar 16. yılın sonunda geldiğimiz nokta budur. Toplumun her kesimini ayrıştırdılar, bir şehitler ve gaziler kalmıştı onu da ayırdılar. Bu ayrımcılığa son vereceğiz. Toplumun bütün kesimlerini kucaklayacağız, bütün şehit yakınlarını ve bütün gazileri kucaklayacağız. Herkese saygı göstermek benim namus borcumdur. Herkese, hangi görüşten, kimlikten, inançtan olursa olsun benim namus borcumdur. Ve adaleti sağlayacağız, olmayan adaleti Türkiye’de. Adalet insanlık tarihi boyunca insanlığın mücadele ettiği bir alandır. Haksızlığa uğrayan bir insanın adaleti araması kadar doğal bir şey yoktur. Bugün Türkiye’de hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Bir kararnamenin başındadır, bütün malvarlıklarına el konulabilir ve her şeyi alınabilir. Can ve mal güvenliğinin güvencesi bağımsız yargıdır. Bağımsız yargının olduğu yerlerde insanların can ve mal güvenliği vardır. Yani haksızlığa uğradığında hakime gideceğim ve hakkımı arayacağım. Bugün öyle bir tablo yoktur artık. Adalet soylu bir kavramdır.
Bakın İranlı bir bilge şöyle söyler, “dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susamışlığını gidermeye yetmez.” Evet,” adalet böyledir. Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın adaletsizliğini gidermeye yetmez der. Bu talep çok köklü bir taleptir. Yine bir bilge şunu söyler, “adalet bir kutup yıldızı gibidir, bütün kainat onun etrafında döner” der. Biz şimdi adaleti arıyoruz.
Erleri düşünün, 15 Temmuz’dan sonra erler, komutan talimat vermiş erleri dışarı çıkarmış. Erler 33 kez ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırıldılar erler. Komutanlar, dayısı olanlar, kayınpederi olanlar, parası olanlar hepsi dışarıda. Erler? Garibanların hepsi içerde. Bu mudur adalet, bu mudur vicdan, bu mudur ahlak? Erkeklerin tamamı askerlik yapmıştır, komutan emreder siz komutanın emrini tartışamazsınız. Suçluysa talimatı veren komutanı atacaksın içeri, cezalandıracaksın erin ne günahı var, askeri öğrencinin ne günahı var? Çocuğunu okula göndermiş, devlet memuriyetinden atıyorsunuz, o okulun kurulmasına izin veren baş tacı ediliyor. Nasıl oluyor bu düzen, nasıl oluyor bu adalet anlayışı? Bank Asya’nın önünden geçeni devlet memuriyetinden atıyorsunuz, Bank Asya’nın kuruluşuna izin verene hiçbir şey, baş tacı yapıyorsunuz. Her şeyi verdiler ben bunu gayet iyi biliyorum. Bırakın ne istedilerse vermeyi bırakın onu, devletin namusunu yani kozmik odayı verdiler. Kozmik odayı açmadılar mı? Bütün devletin en mahrem bilgilerini onlara vermediler mi? Şimdi kalkmışlar biz Türkiye’yi yöneteceğiz. Ne zaman? Göreceksiniz 25 Haziran’dan sonra. Niye öncesine bir bakalım ne yaptınız 16 yılda bu memlekette, nereye getirdiniz bu memleketi.
Değerli arkadaşlarım, aramızda muhtar arkadaşlar da var sizlere seslenmek isterim. Tarihinizi biraz okuyacaksınız, muhtarlar tarihlerini okuyacaklar. Çünkü muhtarlar demokrasinin temel taşıdır. Bunu laf olsun diye söylemiyorum. Bu topraklarda yapılan ilk seçim bir muhtarlık seçimidir ve o seçimin tarihi 1833 Kastamonu Taşköprü’dür. Ne milletvekilliği, ne belediye başkanlığı, bunlar yok. Ama bir muhtarlık seçimi bu topraklarda 1833 yılında yapılır. O nedenle muhtarlar demokrasinin temel taşıdır. Muhtarlar gerekli önemi siyasal iktidar veya siyaset kurumu muhtarlara gerekli önemi veriyor mu? Hayır. Ne yapmamız lazım? Mademki muhtarlar demokrasinin taşıdır, demokrasinin manivelasıdır diyoruz o zaman biz muhtarlara ne yapmalıyız, muhtarlar için neleri düşünmeliyiz diye. Söyleyeyim bir, öğretmen gibi sizin de ayrı bir kanununuzun olması lazım. Milletvekillerinin var, belediyelerin var ama muhtarların bağımsız, özel bir kanunu yok. 137 kanunda muhtar adı geçer. Ne siz bilirsiniz, ne de ben bilirim bunların tamamını ama bir muhtarlık kanunu çıkmalı, bütün ayrıntılar orada olmalı, muhtar eline aldığında da bu benim kanunumdur diyebilmeli. Birinci yapacağımız iş bu.
İkinci yapacağımız iş, seçimle geldiniz sizin resmi bir makamınızın olması, bir binanızın olması lazım. Muhtarlık binası olması lazım, tabela, hükümet konağı gibi, belediye gibi muhtarlık diye mütevazi bir binası olması lazım muhtarların. Bugün siz varsınız yarın siz gidersiniz başka birisi gelir ama nereye oturacağını, ne zaman oturacağını bilmelidir. Bir bina olması lazım, bir yer olması lazım. Bunun yapılması lazım. Bizim belediyelerimizin büyük bir kısmı bunu kendi muhtarlık bölgelerinde yapıyor. Muhtarlar için özel bir yer yapıyorlar.
Bir üçüncüsü, muhtarlığın elemanının olması lazım. Yani muhtarın olmadığı zamanda onun işlerini yapabilecek bir eleman. Bu elemanı geçici olarak il özel idaresi veya belediyenin sağlaması lazım. Ama bunun kanuna yazılması lazım. Çünkü muhtar belediye başkanını eleştirdiği zaman belediye başkanı gel bakıyım memuru geri çekiyorum dememeli.
Bir başka önemli nokta, bulunduğunuz mahalleyle ilgili belediye meclisinde karar alınırken muhtarın çoğu zaman haberi yoktur. Vatandaş gelir muhtara sorar niye bunu yaptılar. Muhtar der ki benim haberim yok. Olması gereken muhtarlık kanununa bir hüküm koymaktır. Muhtarın kendi mahallesiyle ilgili bir karar alınacaksa o kararın alındığı belediye meclisi toplantısında muhtar söz ve karar sahibi olmalıdır, katılmalı, konuşmalı, söz ve karar sahibi olmalı. Böylece muhtar alınan kararın doğru mudur, yanlış mıdır olduğunu belediye meclisine açıklayabilmelidir ve oy kullanabilmelidir. Bunu sağlamamız lazım.
Başka? Muhtarların, özellikle kentlerdeki muhtarların bir bütçesinin olması lazım. Diyeceksiniz ki ne bütçesi, Sayın Genel Başkan nereden çıkardın bütçeyi kim bize para verecek? Bakın gittiğiniz, oturduğunuz her mahallede emlak vergisi toplanıyor mu? Toplanıyor. Emlak vergisini ödeyen kim? Vatandaş. Kime ödüyor? Belediyeye ödüyor. Belediye kime hizmet ediyor? Beldeye hizmet ediyor. Siz de kendi mahallenize hizmet ediyorsunuz, o zaman niye sizin bütçeniz yok? Emlak vergisi kanununun belli bir oranının muhtarlık için ayrılması ve muhtarın da o kaynağı denetimli olarak mahallesi için kullanması lazım. Böylece muhtarlık kurumunun bir saygınlığı olacak, iki söz sahibi olacak, üç bütçesi olacak, dört makamı olacak ve belediyeyle gerekirse işbirliğiyle yeni projeler geliştirebilecek. Böylece muhtarlık kurumunu gerçekten de demokrasinin temel taşı haline getireceğiz ve yaşatacağız. Bizim sözlerimizden birisi de budur.
Sosyal devlet. Dedik ki, asgari ücret Allah’ın izniyle seçileceğiz, Sayın Muharrem İnce Cumhurbaşkanı, Kemal Kılıçdaroğlu da parlamentoda çoğunluğu olan Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak asgari ücreti 1.1.2019’da net 2 bin 200 lira yapacağız. Vergisiz olacak, vergi kesilmeyecek asgari ücretten. Zaten adı üstünde asgari ücret, bir de vergi mi ödeyecek? Bir de damga vergisi mi, gelir vergisi mi, bilmem ne fonu mu, elektrik parası mı? Bunlar olmayacak. TRT’nin payı vs. bunlar olmayacak. Net eline çıplak 2 bin 200 lira para geçecek. Denebilir ki bu para çok düşük. Ama şimdilik bizim gücümüz o olacak. Yeni bütçede net 2 bin 200 lira olacak. Net diyoruz, vergi olmayacak diyoruz, iş dünyası üzerine de fazla bir yükün gelmemesi lazım. Onu da düşünerek yapıyoruz.
Bir başka önemli nokta, daha önceki seçim bildirgelerimizde açıklamıştık emeklilere Ramazan ve Kurban Bayramında birer maaş ikramiye vereceğiz diye. Daha vahim bir tablo var değerli arkadaşlarım, nedir o tablo biliyor musunuz? O da şudur, emekliler için söylüyorum. Şu anda 1 milyon 644 bin emekli bin 500 liranın altında aylık alıyor. Bazı emekliler ayda 200 lira, bazıları 400 lira, bazıları 350 lira, bazıları 800 lira, bazıları 900 lira alıyor. 1 milyon 644 bin emekli bin 500 liranın altında aylık alıyor. Bugün diyelim ki 7 bin 200 gün asgari ücret ödedi, emeklilik yaşını doldurdu gitti sosyal güvenlik kurumuna dedi ben emekli olmak istiyorum. Bugün asgari ücret üzerinden emekli olacak bir kişinin eline 718 lira 69 kuruş geçecek. Eğer bu kişi 2008’de emekli olsaydı eline bin 822 lira geçecekti. Reform yaptılar ya emeklinin, çalışanın sırtından reform yaptılar daha az emekli aylığı vererek. Vereceğimiz bin 500 lira onlara nefes aldıracak. Sosyal devleti güçlü kılmanın temel nedenlerinden biriside budur değerli arkadaşlarım.
Efendim sözlerimi şöyle bağlayım… Sağlığı biliyorum, paralı olduğunu biliyorum, en az yedi ayrı yerde para ödendiğini biliyorum, bunların hepsini hastaneye düşen görüyor zaten. Hastaneye düşmeyen de eskiden böyleydi şimdi çok daha güzel diyor. Ama ne zaman hastaneye gitti bakıyor ki felaket. Her adımı para, bunu biz de biliyoruz. Fazla hissetmesin diye üç ayrı yerde ödeme yapılıyor. Bir, eczanede ödeme yapılıyor. İki, hastanede ödeme yapılıyor. Üç, maaşını alırken bakıyor bir parça da oradan kesilmiş. Biz bunların hepsini biliyoruz. Bunların hepsinin çözümü var.
Geldiğimiz nokta şudur, hiçbir ayrım yapmadan her vatandaşımın sandığa giderken düşünmesini istiyorum. Eğer bütün bu sorunlar önümüzde ve 16 yıldır çözülemiyorsa ve Türkiye dünya liginden sürekli geriye doğru gidiyorsa, ülkede adalet ve demokrasi kalmamışsa, artık insanlar işsizlikleri nedeniyle kendilerini yakar noktaya gelmişse hatırlayın rahmetli Ecevit’in dönemini bir yazar kasa atıldı kıyamet koptu değil mi? Şimdi adam meclisin önüne geliyor üstüne benzin döküyor yakıyor tık yok. İnsan hayatı mı değerli, yazar kasa mı değerli, ben bunu bile merak etmeye başladım. Doğanşehir’de Malatya’da çiftçi bankaya gidiyor bari diyor bunu erteleyin, yeniden yapılandırın diyor benim borcumu. Yüzde 17 faizle yeniden yapılandıracaklar, yapmayız diyorlar, ödeyeceksin diyorlar. Yoksa mallarına haciz uygulayacağız diyorlar. Bankanın önünde benzin döküp kendimi yakacağım diyor. Türkiye bu noktaya geldi, geçinemiyor Türkiye. Bir grup var bir eli yağda, bir eli balda, onları söyledim rantiyeci grup, iktidara yakın olan gruplar. Besleniyorlar, her tarafından para akıyor. Ama bir başka grup var çoğunluk orada sorunumuz var geçinemiyor. Aile Sigortasını getireceğiz, her evin aylığı olacak ayda 1000 lira. Ayda 1000 lira kadının bankadaki hesabına yatıracağız. Hiç kimse o kadının, o ailenin yoksul olduğunu bilmeyecek. Niçin? Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek. İnançlıyız diyorlar, her şeyi söylüyorlar, çıkarıyorlar yoksulları medyanın önüne onlara nasıl yardım yaptıklarını anlatıyorlar. Fakirin fakirliğini ilan etmek, toplumun önüne koymak o insanların onuruyla oynamak demek değil midir? Yoksulluk kader midir yani? O insanı yoksul bırakan sensin, sen iş verdin de çalışmadı mı, iş buldun da çalışmadı mı, fabrikada iş verdin de çalışmadı mı? Ne yapsın adam iş bulamıyor, yoksul ve perişan. Ne yapacağız? Yoksulluğunu teşhir etmeden Aile Sigortasını kuracağız, gidecek sosyal hizmet uzmanı bakacak aile gerçekten fakirse sana her ay 1000 lira vereceğim gideceksin istediğini alacaksın. Öyle paket paket makarna, paket paket şu değil. Parasını vereceğiz, o da diğer aileler gibi gidecek alışveriş merkezinde istediğini alacak, geçimini bir şekliyle sağlayacak, çoluk çocuğuna bakacak.
Eğitim sistemi, eğitim sistemini tam gün yapacağız. Aramızda öğretmen arkadaşlarımız var tam gün yapacağız eğitim sistemini. Çocuk sabahleyin kahvaltı yapmadan okula gidecek, arkadaşlarıyla beraber kahvaltısını yapacak, dersini görecek, öğle yemeğini arkadaşlarıyla beraber yiyecek, öğleden sonra da okuyacak, akşam servisiyle evine gelecek çocuk. Aileye kesinlikle eğitim sırasında asla ve asla yük olmayacak. Böylece çocuğa para, harçlık bulamadık diye bir aile kuşkuya kapılmayacak. Var ya bazen baba çocuk harçlık ister ama baba yatağından kalkmaz, çünkü harçlık verecek cebinde parası yoktur. Maalesef bu da hayatın bir başka gerçeğidir acıdır ama. Bu tablodan kurtaracağız. Çocuklara ve öğretmenlere ne gerekiyorsa boğazımızdan keseceğiz ve bu çocuklara ve öğretmenlere her türlü ama her türlü eğitim imkanını sağlayacağız. Öğretmen toplumun en saygın kişisi, çocuklar bizim çocuklarımız ve bu çocuklar 21.yüzyıla Türkiye’yi çok daha iyi noktalara taşınmak üzere yetiştirilecekler ve bunu yapacak olanlarda öğretmenlerimiz.
Efendim söyleyeceklerim kısaca bunlar. Şu soruyu sorabilirsiniz, bunları yapacaksınız da para var mı, kaynak var mı? Bu soruyu sorabilirsiniz, sorma hakkınız var. Ben size sadece bir rakam vereceğim. 1923 – 2002 bütün hükümetler döneminde harcanan para 713 milyar dolar. Bununla Keban yapıldı, Karakaya yapıldı, Atatürk Barajı yapıldı, Telekom yapıldı, depremler yaşandı, Kıbrıs Harekatı oldu, Türkiye’ye ambargo uygulandı vs. vs. ve bütün bunların hepsi yapıldı. Sümerbank’ıydı, Etibank’ıydı bütün bunlar, Ziraat Bankasıydı. Bütün bunların tamamı yapıldı. Şekerbank da yapıldı. 2003 – 2017 hükümetlerin harcadığı para 713 milyar dolar değil, ne kadar? 2 trilyon 94 milyar dolar. Fabrikaları sattılar, başta Telekom olmak üzere, bankaları sattılar, hepsini sattılar, Tekeli 300 milyon dolara mı ne sattılar, aldı sahibi bunu yabancılara 3 milyar dolara sattı. Para var arkadaşlar, para var eksik olan namuslu siyaset. Şu soruyu sormak isterim, 2 trilyon 94 milyar dolara ne yapılırdı Allah aşkına? Yeni bir Türkiye inşa ederdik biz. Fabrika kurulmadık yer kalmazdı. Nereye gitti bu para, ne yapıldı? O nedenle hani para var mı, yok mu diye hiç telaşlanmayın 27,5 yıl devlette çalıştım, herkes beni Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürü olarak tanır. Ben sadece 5 yıl veya 6 yıl orada çalıştım. Benim bütün hayatım Maliye Bakanlığında geçti. 27,5 yılımın büyük bir kısmı 20 küsur yılı Maliye Bakanlığında geçti. Bütçe nasıl yapılır, vergi nasıl toplanır, para nasıl harcanır bunu Türkiye’de en iyi bilen 10 kişiden birisi benim. Bakın her alanda mütevazıyım bu konuda mütevazı değilim. En iyi bilen 10 kişiden birisi benim. Aile Sigortasına 1000 lira diyorsak nedeni vardır. Emeklilikte en alt maaş aylık bin 500 lira diyorsak bir nedeni vardır. Asgari ücret net 2 bin 200 lira olacak diyorsak bir nedeni vardır. Her kuruşun hesabını yaparak hesapladık bütün bunları. Sadece ben değil; eski bürokratlar çalıştılar, akademisyenler çalıştılar, bankacılar çalıştılar ve yine bütün siyasi partilere örnek olacak seçim bildirgemizi hazırladık. Biz daha sonra açıkladığımız için bu sefer bizim seçim bildirgemiz kopya edilmedi. Daha sonra kopya edilir mi onu bilmiyorum? Haziran seçim bildirgemizi kopya etmişlerdi. Önce itiraz etmişlerdi parayı nereden bulacaksın, sonra baktılar ki para var aslında, verirseniz para var ama vermiyorlardı. Kısmen verdiler, kısmen sağladılar. Ama biz Türkiye’yi yeniden inşa etmeye kararlıyız. Türkiye’nin büyük bir değişime ve dönüşüme ihtiyacı var. Türkiye bilişim çağını, teknoloji çağını, dijital çağı yakalamak zorunda. Osmanlı, sanayi devrimini kaçırdığı için battı. Sanayi devrimini yakalayan cumhuriyettir. Şimdi biz dijital çağı yakalamak ve onu aşmak zorundayız. Eğitimle, bilimle aşmak zorundayız. İnsanoğlu tekerleği 3 milyon yılda buluyor, ama bugün her saniyede birden fazla buluş var. Peki Türkiye’nin buluşu ne kadar? Ona da bir örnek vereyim çok çarpıcı bir örnektir. Samsung denen bir marka var bilirsiniz Güney Kore’nin dünya çapında bir markasıdır. Samsung’un 2013’te aldığı patent sayısı Türkiye Cumhuriyetinin tarihi boyunca aldığı patent sayısından 15 kat daha fazla. Ne kadar geri kaldığımızı düşünün artık. Ve büyük değişime ve dönüşüme neden ihtiyaç duyduğumuzu artık anlayın.
O nedenle sanayicisine de, esnafına da, çiftçisine de, emeklisine de, besicisine de, muhtarına da görevler düşüyor. Büyük değişimi ve dönüşümü sağlamak zorundayız ve yeni bir hamleyi başlatmak zorundayız. Artık bu iş tamam demek zorundayız. Bu iş tamam mı? Türkiye’nin gerçekten de samimi söylüyorum büyük bir değişime ve dönüşüme ihtiyacı var. Türkiye’nin huzura ihtiyacı var, Türkiye’nin birlikte yaşamaya ihtiyacı var, Türkiye’nin hiç kimseyi, hiçbir vatandaşını ötekileştirmediği bir siyaset anlayışına ihtiyacı var. Türkiye’nin kardeşçe yaşamayaihtiyacı var. Türkiye’nin komşularıyla kavgaya değil, komşularıyla beraber üretmeye ihtiyacı var, komşularıyla birlikte yaşamaya ihtiyacı var. Türkiye terörden çok çekti. Türkiye’nin terörü sonlandırmaya ihtiyacı var. Türkiye’nin birlikte yaşamaya ihtiyacı var. Hangi görüşten, hangi inançtan, hangi kimlikten olursa olsun birlikte yaşayacağız birlikte bayrağımızın altında huzur içinde yaşayacağız, vatanımız için çalışacağız, çocuklarımız için çalışacağız. Türkiye’yi bölgesinde lider yapmak için çalışacağız.
Ben daha size Merkez Türkiye projesinden söz etmedim, daha Kalkınma Kuşaklarından söz etmedim. Bu bölgeyi, Karadeniz’i, Anadolu’nun içi boşalıyor haberiniz var mı? Anadolu’da insan kalmadı, milletvekili sayıları düşüyor sürekli olarak. Niçin? 600’e çıktı da buranın milletvekili sayısı 2 arttı. Anadolu’nun içi boşalıyor, herkes başka yerlere gidiyor. Ama biz Anadolu’nun içini doldurmak, Anadolu’yu şaha kaldırmak zorundayız. Kim kendi toprağından babasının, dedesinin, atasının toprağını bırakıp da büyük kentlerin varoşlarında gidip ekmek mücadelesi verir? Bunları yakalamak zorundayız.
Dolayısıyla hepimize görev düşüyor, hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum, hepinize şükran borçluyum ve hepinize teşekkür ediyorum.