CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
– “15 yıldır ülkeyi yönetenler Türkiye’yi 5 temel sorunla karşı karşıya getirdiler. Nedir 5 temel sorun? Birincisi eğitim, ikincisi dış politika, üçüncüsü toplumsal barış, dördüncüsü demokrasi, beşincisi ekonomi”
– “2017’de bir milyon 970 bin 439 çocuk okula gitmedi. 2 milyona yakın çocuk okula gitmiyorsa bu ülkede ne olacak 2 milyon okur-yazar olmayan insan düşünün, ne olacak bu insanlar? Nasıl iş bulacak bu insanlar? Kendi çocuklarını geleceğe hazırlamayan bir iktidar ne vaat edebilir?
– “İnsan Allah’ın yarattığını en değerli varlıktır ve bizim başımızın üzerinde yeri vardır, nokta. Bunu söyleyeceksiniz. Her insanın kimliğine, inancına, yaşam tarzına saygı göstermek bizim görevimizdir”
– “Biz demokrasiyi savunuyoruz, savunmak da en çok Cumhuriyet Halk Partisi’ne yakışır. 15 milletvekiline ’gidin kardeşim bu kumpası bozun’ dedim, kıyamet koptu”
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun Kayseri’de düzenlenen İl Başkanları Toplantısında yaptığı konuşma şöyle;
Teşekkür ederim değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin nereye gittiğini hepimiz biliyoruz ve görüyoruz. Hepimiz bunun tanığıyız. Kuşkusuz oy kullanan her vatandaşın önümüzdeki seçimler açısından bir sorumluluğu var. Ama siyasetçilerin sorumluluğu daha fazla. Çünkü siyasetçiler oy kullanmanın ötesinde ben ülkeyi yöneteceğim iddiasıyla ortaya çıkarlar. O nedenle il başkanı, ilçe başkanı, yöneticiler, Genel Başkan, Genel Başkan Yardımcıları, Parti Meclisi üyeleri, bunların tamamının sorumluluğu daha ağırdır. Ve biz demokrasiye kurulan bir kumpası son derece bilinçli ve akılcı bir şekilde yine demokrasinin kuralları içerisinde bozduk. Ezberlerinin bozulduğunu biliyorum, morallerinin bozulduğunu da biliyorum. Ama bir şeyden herkesin çok emin olması lazım. Bu ülkede demokrasiyi savunma konusunda öncülük eden parti Cumhuriyet Halk Partisidir ve bu öncülük sadece ve sadece ona yakışır. Çünkü biz ne olduğunu biliyoruz.
Bugün Kayseri’deyiz, Kayseri bir sanayi kenti, bir üniversite kenti Kayseri, aynı zamanda bir tarım kenti. Kayseri’ye baktığınızda Erciyes’in eteklerinde toplandık olağanüstü güzel bir doğası ve tarihi de var. Dolayısıyla baktığınız zaman Kayseri Anadolu’nun kadim kentlerinden birisidir. Kayserili insan, Kayserili yönetici, Kayserili girişimci, müteşebbis kendi emeğiyle ve gücüyle Kayseri’yi sadece kendi bölgesinin değil, Türkiye’nin değil dünyanın bir markası haline dönüştürmüştür. Bu Kayserilinin özgüvenini gösterir, ülkesine duyduğu saygıyı gösterir. O nedenle biz Kayseri’nin bir cazibe merkezi olarak Anadolu’da doğmasını her zaman heyecanla izledik ve izlemeye de devam ediyoruz. Ve Kayseri’nin güçlü olması bir anlamda Türkiye’nin güçlü olması demektir. Kayseri sanayi kenti dedik ama aynı zamanda Kayseri bir emek kentidir. Çünkü fabrikalarda binlerce işçi çalışmaktadır. Yani istihdam yaratan bir kenttir aynı zamanda Kayseri. Böylesine olağanüstü güzel bir kentimizdir Kayseri.
Bir bilim insanı, düşünür Profesör Doktor Remzi Oğuz Arık Kayseri’yi şöyle tanımlar, Kayserililer için en güzel, en yakışan cümleyi kurmuştur bu değerli bilim insanı. Şöyle diyor, “Kayseri’yi bugünkü görüşümüzün, duyuşumuzun ölçüsüyle ve hele arkeolojik, sanat ve kültür tarihinin verdiği yeni hükümlere dayanarak gözden geçirirsek; önümüzde milletimizin geçmişine şeref, geleceğine sonsuz umutlar verecek bir abidenin yükseldiğini görürüz.” Evet Kayseri böylesine güzel bir kentimizdir. Sanayici özgüvenle üretiyor, insanlar çalışıyor ama bütün bunlara rağmen işsizlik nasıl Anadolu’nun bütün kentlerinde varsa Kayseri’de de işsizlik var. Daha acı olanı ise sadece resmi verilere göre 2017 yılında 223 bin 810 kişi sosyal yardım almadan hayatını sürdüremiyor. Bu bile 15 yıldır yönetilen bir Türkiye’de nasıl bir tablonun miras bırakıldığını gösteriyor. Kayseri için sanayinin bu kadar geliştiği, özveriyle insanların çalıştığı bir kentte bile 223 bin kişi sosyal yardım almadan ayakta duramıyor. Ve daha acı olanı işsizlik nedeniyle intiharlar ve kendisini insanların yakmaları. Nerede? Kayseri’de.
Türkiye’nin diğer illerinde de benzer bir tablo var. Hatta daha ağır bir tablo var Kayseri’ye göre. O nedenle biz hep birlikte bugün toplumun önüne konan tabloyu değiştirmek zorundayız. Bu sorumluluk sadece benim değil, sadece sizin de değil, Kayserilinin de sorumluluğu var, Urfalının da var, Anteplinin de var, Rizelinin de var. Herkesin sorumluluğu var.
Değerli arkadaşlarım hep şunu söyledim, milletvekili arkadaşlarımı da söyledim, il başkanı arkadaşlarıma da söyledim, yine söylüyorum. Eğer bir ilde Cumhuriyet Halk Partisinin il başkanı konuşacaksa bilgiye dayalı konuşacak, boş laf yok. Bilgiye dayalı konuşacağız. Bir şey söylüyorsak arkası dolu olan bir şeyi ifade ediyoruz demektir bu. Bilgiye dayalı konuştuğumuz zaman herkes sizi dinler, herkes bizi dinler. Bunu yapıyoruz. İllerinize gideceksiniz, önümüzdeki süreci anlatacaksınız, önce şuradan başlayın, bu ülkenin bugün 2018 tarihini de verin, gününü de verin, şu tarihte Türkiye’nin 5 temel sorunu var diyeceksiniz 5 temel sorun. 1 değil, 5 temel sorunu var. 2002’de iktidar olduklarında Türkiye’nin bir temel sorunu vardı toplumsal barış, Kürt sorunu veya beraber yaşama sorunu. Bu vardı 2002’de. Ama bugün 5 sorunumuz var. 15 yıldır ülkeyi yönetenler Türkiye’yi 5 temel sorunla karşı karşıya getirdiler. Nedir 5 temel sorun? Birincisi eğitim, ikincisi dış politika, üçüncüsü toplumsal barış, dördüncüsü demokrasi, beşincisi ekonomi. Bunlardan bazen birincisi öne çıkıyor, bazen bir başkası, sonra bir başkası konmuş olabilir vatandaşın gözünde, vatandaşın nezdinde. Ama bu 5 sorun iç içe geçen sorunlardır.
Eğitim; şunu söyleyin, öğretmeni görürseniz söyleyin, çocuğunu okula gönderen anneyi görürseniz söyleyin, babayı görürseniz söyleyin, deyin ki 16 yılda 14 kez eğitim sistemini değiştiren dünyada bir örnek var mıdır? Bu soruyu sorun. 16 yılda 14 kez eğitim politikasını değiştiren dünyada bir devlet, bir hükümet var mıdır, bir topluluk var mıdır, bir aile var mıdır, bir kabile var mıdır bunu sorun. Bizim çocuklarımız kobay mı, bizim çocuklarımız denek mi? Kim bizim çocuklarımızı eğitecek? 16 yılda 14 sefer strateji değiştiriyorsan, politika değiştiriyorsan ne olacak bu çocuklar? Çocuğumuza bakın hangi liseye gideceğini bilmiyor, hangi sınava gireceğini bilmiyor. Okulları nitelikli okul, niteliksiz okul diye ayırdılar. Hangi anne, baba çocuğunu niteliksiz okula göndermek ister hangi anne, baba? 16 yılda buraya getirdiler, 16 yıl. Toplumun büyük bir kısmı düşünüyor ben çocuğumu hangi okula göndereceğim. Nitelikli okullar şunlar, diğerlerinin tamamı niteliksiz okul. Bu ülkenin çocuklarının kaderi niteliksiz okullara gitmek midir? Bütün annelere sesleniyorum, bütün annelere, vebali sizin boynunuzadır. Bakın çocuğunuzun vebali sizin boynunuzadır eğer bunlara oy verirseniz. Sen çocuğunu en iyi okullarda okutmak istiyorsun, daha iyi yetişsin, benden daha iyi yerlere gelsin istiyorsun, bir sınıf atlasın istiyorsun. Ama hayır diyorlar senin çocuğun en niteliksiz okullara gidecek diyorlar. Bunları söylemek zorundasınız.
Bakın 21.yüzyıldayız 21.yüzyıl… 21.yüzyılın Türkiye’sinden söz ediyorum. 2017’de 1 milyon 970 bin 439 çocuk okullaşamadı, okula gitmedi. 2 milyona yakın çocuk. 2 milyona yakın çocuk okula gitmiyorsa bu ülkede ne olacak? 2 milyon okuryazar olmayan insan düşünün ne olacak bu insanlar, nasıl iş bulacak bu insanlar? Kendi çocuklarını geleceğe hazırlamayan bir iktidar ne vaat edebilir? Her anne, babanın düşünmesi lazım, 15 yıl geçti 16. Yıldalar, 2 milyon çocuk okula gidemiyor.
Değerli arkadaşlarım, uluslararası kuruluş araştırma yapıyor 41 ülkede. Türkiye eğitim kalitesi açısından en sondaki ülke, 41. ülke en kalitesiz eğitim kalitesi açısından en kalitesiz ülke. Şimdi kalkmışlar bize oy verin ülkeyi yöneteceğiz. Nereye getirdiğiniz belli. İyi anlatacağız. Ne dedim? Bilgiye dayalı muhalefet, rakamları koyacaksınız, bilgiyi koyacaksınız vatandaşın önüne. Öyle kuru laf değil, kuru kalabalık değil, açık ve net. Bunlar var mı? Var kardeşim. O zaman düşüneceksin, senin bu ülkeye karşı, çocuklarına karşı senin sorumluluğun var diyeceksin.
Başka? 21.yüzyıldayız, 21.yüzyılın Türkiye’sindeyiz. Hala İstanbul dahi birleşik sınıflarda okuyan çocuklarımız var. Yani bir öğretmen bir sınıfta, birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü sınıflar aynı oda da ders görüyorlar. Öğretmen birinci sınıfa da ders veriyor, dördüncü sınıfa da ders veriyor aynı yerde. Ortaçağda mı yaşıyoruz biz? Eğitimde şunu yaptık, bunu yaptık. Peki nedir bu tablo? Yurt sorunu, 16 yılda yurt sorununu çözemediler 16 yıl. Bir yılda çözülecek sorun 16 yıldır çözülemiyorsa bu iktidar Türkiye’ye bir şey veremez, insanımıza bir şey veremez, çocuklarımıza bir şey veremez, onlara güzel bir gelecek hazırlayamaz demektir. Bunu oturacaksınız her anneye, her babaya, her öğretmene, her muhtara anlatacaksınız. Bilgiye dayalı muhalefet bilgiye dayalı. Çıksın desinler ki şu cümle yanlış, çıksın desinler ki şu rakam yanlış. Diyemezler. Bilgiye dayalı muhalefet yaptığımız zaman, bilgiye dayalı bunları söylediğimiz zaman ve neleri de yapacağımızı söylediğimiz zaman. Örneğin yurt sorununu 16 yılda çözemediler, 1 yılda çözeceğiz yurt sorununu 1 yılda. Ne demek birleştirilmiş sınıflar? Bütün okulları nitelikli okul haline getireceğiz. Bizim çocuklarımız üçüncü sınıf okullarda mı okusunlar yani? Nitelikli okullarda mı okusunlar? Neyi eksik bizim çocuklarımızın? Bunları yapacağız.
Dolayısıyla çocuklarımıza güzel bir geleceği hazırlayacağız. Demek ki, birinci temel sorun nedir Türkiye’nin gündeminde olan? Eğitim sorunudur. Eğer çağdaş uygarlığı yakalayacaksak eğitimle yakalayacağız arkadaşlar. Başka yolu var mı? Başka yolu yok. Yetenekli çocuklarımız var, öldürüyoruz yeteneklerini. Hepimize görev düşüyor. Bilgiye dayalı muhalefet anlatacağız bilgiye dayalı. Gideceğiz ve bunların hepsini anlatacağız.
İkinci temel sorunumuz, dış politika. Dış politika bütün ülkelerin tarihinde önemlidir. Hem geçmişinde, hem geleceğinde çok önemlidir ve bütün ülkeler dış politikalarını kendi ülkelerinin çıkarları üzerine inşa ederler. Dış politikada egemen devletlerin talimatıyla hareket edilmez. Şunu söyleyeceksiniz, bugün izlenen dış politikada egemen devletlerin talimatıyla hareket ediliyor. Talimat veriyorlar şunu yapacaksın, talimat veriyorlar şunu yapacaksın. Ülkeyi yönetenlerin söylediği o oturan zat söylediği şu, emredersiniz diyor. Başka bir şey söylemiyor. Suriye’ye silah sokacaksın dediler, emredersin dedi Katar üzerinden gelen silahları soktular. Özellikle sınır komşularımız orada bizim akrabalarımız var, Araplar var akrabalarımız, Kürtler var akrabalarımız, Ezidiler var akrabalarımız, Türkmenler var akrabalarımız. Gidin sorun bakalım hangisi hayatından memnun hangisi. Dış politikada Türkiye’yi bir felakete sürüklediler. Eskiden herkes dostumuzdu, şimdi dostumuz yok. Herkes Türkiye üzerinden çıkar sağlamaya çalışıyor.
Değerli arkadaşlarım, dış politikanın özelliği milli olmasıdır. Dış politikayı milli olmaktan çıkardılar. Bir partinin çıkarları ve beklentileri üzerine dış politika oluşturuyorlar. Mısır’la kavga ettik, niye kavga ediyoruz Mısır’la? Hangi gerekçeyle kavga ettik? Bir şeyi çok rahatlıkla söyleyin, gittiğiniz her yerde söyleyin. Türkiye’nin itibarını 20 milyon dolara İsrail’e sattılar. Türkiye’nin onurunu, vicdanını, itibarını 20 milyon dolara İsrail’e sattılar. 9 vatandaşımız hayatını kaybetti. Esip gürlüyorlardı Gazze’de ablukayı kaldırmadan biz altına imza atmayacağız sözleşmenin diye. Gittiler teslim oldular 20 milyon dolara. Üstelik tazminat değil size bağış yapacağız dedi. İsrail bağış yaptı 20 milyon dolar. 20 milyon dolara Türkiye’nin itibarını sattılar. Bakın, bunlar unutuluyor. Ama bunları unutturmayacaksınız. Gideceğiniz her yerde tek tek bunları anlatacaksınız. Ne dedik? Bilgiye dayalı söylem. Bir şey söylüyorsak bilgisi var, belgesi var, dokümanı var. Üstelik onların ağzından var. Bunları yapacağız.
Bir şeyi daha gittiğiniz her yerde söyleyin, Miraç Kandili bütün İslam dünyası için en önemli kandillerden birisidir, Miraç Kandili gecesi egemen güçler Suriye’yi Akdeniz’den attıkları bombalarla vurdular, yani Müslümanları öldürdüler. Ne dedi o zat? Söyleyeceksiniz, aynen arkasındayız, daha fazla bomba atılmalı, daha fazla Suriyeli öldürülmeli, daha fazla Müslüman öldürülmeli diye demeç verdi. Şimdi sesini çıkarmıyor. Bunları anlatacaksınız. Anlatmak zorundasınız. Çünkü medya tek sesli, unutmayın medya tek sesli. Toplumun dokularına inip bütün bu ayrıntıları anlatmak sizin göreviniz, sizin, bizim, hepimizin. Bu ülkenin aydınlarının, bu ülkenin namuslu insanlarının tamamının görevidir. AK Partili vatandaşların da görevidir, MHP’li vatandaşların da görevidir, Saadetli vatandaşların görevidir, HDP’li vatandaşların görevidir. Bütün vatandaşların ortak görevidir. Ülkesini seven, bayrağını seven bütün vatandaşların ortak görevidir. Burnumun dibinde kan akacak, Müslüman kanı akacak, silahlar bazen Rusya’dan, bazen Amerika’dan gelecek. Ve bu ülkeyi yönetenler 15 yıldır Müslüman kanı akacak bu coğrafyada sadece alkış tutacaklar. Bunu anlatacaksınız, söylemek zorundasınız her yerde, kahvede, evde her yerde. Nerede olursa söylemek zorundasınız.
Değerli arkadaşlar, sadece Ortadoğu’da değil Avrupa’yla da kavga ettik. Almanya’yla, Fransa’yla, İngiltere herkesle kavga ettik. Zararı kim gördü? Orada yaşayan vatandaşlar. Gidin Almanya’da yaşayan vatandaşlara sorun bakalım Türkiye’yle Almanya kavga ederse zararı kime dokunuyor? Türkiye’yle Fransa kavga ederse zararı kime dokunuyor? Türkiye’yle Hollanda kavga ederse zararı kime dokunuyor? Oradaki vatandaşlara dokunuyor.
Yurtdışındaki vatandaşlara da sesleniyorum, sen bulunduğun ülkede ekmek parası için gittin, alın teri döküyorsun, kimse sana bedava para vermiyor. O ülkenin büyümesine, kalkınmasına katkıda bulunuyorsun. Benim görevim, bu ülkeyi yönetenlerin görevi senin o ülkede huzur içinde çalışmana zemin hazırlamaktır. Sana dünyayı zehir etmek değil. Oradaki vatandaşların da oturup 24 Haziran’da sandığa giderken düşünmesi lazım, hep beraber düşüneceğiz, onların da düşünmesi lazım.
Ve bir önemli konu daha, bir başka temel sorunumuz üçüncü. Toplumsal barış. 2002’de terör yoktu, eğitim sistemi düzelmişti, dış politikada hiç kimseyi düşmanlaştırmamıştık, bütün komşularımızla huzur içinde geçiniyorduk. Bugün 5 sorunu getirip toplumun önüne koydular 5 temel sorunu. Etnik kimlik üzerinden siyaset kime ne fayda getirir, inanç üzerinden siyaset kime ne fayda getirir, yaşam tarzı üzerinden siyaset kime ne fayda getirir? Şurada anlaşalım, gittiğiniz her yerde şunu söyleyin bütün vatandaşlara. Şurada anlaşalım kardeşim, Türkiye’nin bölünmesinden, ayrışmasından yana mısın, yoksa birliğinden, bütünlüğünden yana mısın? Diyecek ki, ben Türkiye’nin birliğinden ve bütünlüğünden yanayım. O zaman Türkiye’yi ayrıştıran, bölenlere oy vermeyin diyeceksin. Etnik kimlik üzerinden siyaset, bunlar getirdiler. İnanç üzerinden siyaset, bunlar getirdiler. Yaşam tarzı üzerinden siyaseti bunlar getirdiler. Toplum gerildi, toplum ayrıştı, toplum neredeyse insanlar yan yana gelmiyorlar, kahveleri neredeyse bölündü. Kim yaptı bunu, kim yaptı? 36 yıldır, 40 yıldır, 50 yıldır, 60 yıldır, 70 yıldır beraber yaşıyoruz kim yaptı bunları? Son 16 yılda yapıldı bunlar. Komşumuzun kimliğini sormazdık, inancını sormazdık. Şimdi önce komşumuzun kimliğini, inancını sorgular hale geldik. Tuzağa çekiyorlar, toplumda gerginlik, gerilim yaratmak istiyorlar.
Bütün vatandaşlarıma sesleniyorum ve Cumhuriyet Halk Partisi il başkanlarına, ilçe başkanlarına hepsine de sesleniyorum, etnik kimlik üzerinden siyaset hayır, inanç üzerinden siyaset hayır, yaşam tarzı üzerinden siyaset hayır. İnsan Allah’ın yarattığı en değerli varlıktır ve bizim başımızın üstünde yeri vardır, nokta; bunu söyleyeceksiniz.
Her insanın kimliğine, her insanın inancına, her insanın yaşam tarzına saygı göstermek bizim görevimizdir. Şirk koşmak bizim kitabımızda yoktur, inancımızda yoktur, ahlakımızda yoktur, geleneğimizde yoktur. Kim daha fazla Müslüman, kim daha az Müslüman. Nereden çıktı bu ayrım? Her il başkanımın bunları oturup her yerde anlatması lazım. Birlikte bunları anlatacağız değerli arkadaşlarım.
Dördüncü sorunumuz demokrasi, tek adam rejimi. O da yeni çıktı başımıza. Demokrasi şöyle dünya haritasına bir bakalım, demokrasisi gelişmiş ülkelere birde tek adam rejiminin ve demokrasisinin gelişmemiş olduğu ülkelere bakalım. Nerede demokrasi varsa, nerede insan hakları varsa, nerede inançlara saygı varsa, nerede kimliklere saygı varsa orada demokrasi vardır ve o ülkeler gelişmiştir. O ülkelerin tamamında kişi başına gelir en az 25 bin dolardır. 65 bin dolarla 25 bin dolar arasında değişiyor. Buyurun İslam dünyasındaki kavgaya bakın, Afganistan dahil bakın tamamı nereye gitmek istiyor. Müslüman coğrafyası burası, nereye gitmek istiyorlar? Batıya gitmek istiyorlar. Suudi Arabistan’a gitmek isteyen yok, Dubai’ye gitmek isteyen yok, Irak’a, İran’a, Suriye’ye gitmek isteyen yok. Nereye? Finlandiya’ya, Hollanda’ya, Almanya’ya, Amerika’ya, Kanada’ya gideceğim diyor. Niçin? İnsan hakları orada, demokrasi orada, ben oturup düşüncemi rahatlıkla ifade edebilirim ve ben geleceğimi orada arıyorum diyor. Demokrasi bu kadar değerlidir. Demokrasi bir ahlak rejimidir bakın, altını çiziyorum demokrasi bir ahlak rejimidir. Biz demokrasiyi inşa etmeye çalışıyoruz. Demokrasiyi yok etmeye çalışıyorlar. Demokrasiye karşı kumpas kuruyorlar. Partileri acaba nasıl bir dümen çeviririz de Yüksek Seçim Kurulu aracılığıyla bunları seçime sokmayız. Biz demokrasiyi savunuyoruz. Demokrasiyi savunmak cümlemin başında da söyledim konuşmamın başında, en çok Cumhuriyet Halk Partisine yakışır.
15 milletvekiline gidin kardeşim bu kumpası bozun dedik. Kıyamet koptu vay efendim nasıl yaparsınız? Yaparız Recep Bey yaparız, gözlerinden öpüyorum senin. Sen demokrasiyi bilmezsin, biz demokrasiyi biliriz. Demokrasinin D’sinden nasip almamış insanlar topluma demokrasi dersi vermeye kalkıyorlar. Demokrasinin D’sinden nasip olmamış insanlar. Her şeyi ben yaparım, her şeyi ben bilirim. Dünyanın, tarihin hiçbir yerinde her şeyi ben yaparım, her şeyi ben bilirim diyen adam yoktur. Böyle bir adam yönetici olamaz zaten. Böyle bir adamda akıl da yoktur. Ne demek her şeyi ben bilirim? Nereden bileceksin. Her şeyi ben yaparım. Nasıl yapacaksın. İstişare, liyakat bunun için vardır arkadaşlar. Liyakat hayatın her alanında vardır. Bakın hayatın her alanında vardır. Birisi doktordur ama çocuk cerrahisidir. Birisi göz doktorudur, biri kulak, burun, boğaz doktorudur. Doktor dediğiniz her doktor anlamına gelmiyor. Bakın liyakat budur. Birisi devlette hizmet yapar, birisi hazinecidir, birisi maliyecidir, birisi dış politikayı çok iyi bilir. 21.yüzyılda büyümenin, kalkınmanın, gelişmenin bir tanımı vardır. Küçük ayrıntılarda işbölümüne giden ülke gelişmiş ülkedir nokta. Küçük ayrıntılarda işbölümüne giden ülke gelişmiş ülkedir. Her ayrıntı. Duvar ustası vardır ama bir taş duvar ustası vardır, biri bilmem efendim yığma duvar ustası vardır. Orada bile vardır. Pamuk eken kişiyle, buğday eken kişi arasında da fark vardır. Hangi toprakta pamuk, hangi toprakta biz buğdayı ekeceğiz. Bu bir liyakattir, deneyim kazandırır, bilgi kazandırır bize. Siz liyakati yok ettiniz. Liyakati yok ettiniz, adaleti yok ettiniz. Adalet devletin temelidir. Adaletin olmadığı yerde devlet çöker, devlet çürümüştür. Şu anda devlet lekelidir. Bir daha söylüyorum devlet lekelidir. Çünkü bir kişi diyor ki, yasama organı benim ağzıma bakacak, yani meclis, yani 600 kişi gelecek seçilecek benim ağzıma bakacak ben ne dersem ona göre karar verecek. Niye seçiyoruz 600 kişiyi o zaman? Para vermek için mi? Hakim karar vermeden önce bana bakacak diyor. Ben nasıl düşünüyorsam öyle karar verecek diyor. Niye hakim yapıyoruz biz bunu? Herhangi birisini getirip oturtalım oraya hiç hukuk fakültesine de gitmeye gerek yok. O ne diyorsa o da desin kararım budur. Yürütme organı, niye bakanları ayrı ayrı belirliyoruz? Maliye Bakanı, Adalet Bakanı, Milli Eğitim Bakanı. Bir tane adam olsun bitsin. Bakanlara ne gerek var?
Türkiye’yi getirmek istedikleri rejim budur. Demokrasiyi yok etmek, tek adam rejimini getirmek. Bunları anlatacaksınız, demokrasinin ne kadar değerli olduğunu anlatacaksınız. Ben düşüncemi özgürce anlatmalıyım. Ama benim gibi düşünmeyen insanda düşüncesini özgürce ifade edebilmeli, demokrasi budur. Ben konuşacağım herkes susacak. Düne kadar birbirlerini yiyorlardı şimdi yan yana geldiler. Kime bağırıp çağırıyorlar? Kılıçdaroğlu’na. Ey Kılıçdaroğlu diye başlıyor, niçin? Kılıçdaroğlu doğruları söylüyor, milleti kandırmıyor, millete yalan söylemiyor altını çiziyorum. Doğrusu neyse sonuna kadar inanarak ve onu ifade ederek söylüyor. Benimle yüzleşmek istiyor o zat, görüşmek istiyor benimle. Er meydanı diyor. Senin istediğin televizyon kanalı, senin istediğin gazeteciler, senin istediğin orduyla gel, gelmeyen namerttir gel kardeşim niye gelmiyorsun?
Bakın değerli arkadaşlarım, adaletten, bugünkü adaletten, adı adalet ama adaletsizlik örneği anlatacağım size. 33 er, 7 sefer ömür boyu ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırıldılar. Er bunlar er. 15 Temmuz dolayısıyla. Er. Ya er dediğin adam kimdir Allah aşkına? Komutan mıdır, general midir, paşa mıdır, albay mıdır, yarbay mıdır, tuğgeneral midir? Bu er ya er. Komutanı talimat verir, er gereğini yapar. Hepimiz askerlik yaptık. 33 ere 7 kez ağırlaştırılmış vereceksin, Adil Öksüz’ü elinin altındayken Adil Öksüz’ü serbest bırakacaksın. FETÖ borsası kuracaksın, parası olan çıkacak, 33 tane gariban eri bulacaksın yedi kez ağırlaştırılmış müebbet vereceksin. Annesi bağırıyor, benim oğlum ne yaptı asker diyor, komutan değil ki diyor benim oğlum. O erlerle birlikte hareket eden ve bir kişi hayatını kaybediyor 15 Temmuz şehidi olan birisinin annesi söylüyor, bu erlerin mahkumiyeti benim vicdanımı rahatsız ediyor diyor. Bu erlerin ne günahı var diyor. Ama PDY’den dolayı yani paralel devlet yapılanması PDY yapılanması ve FETÖ’den dolayı, örgüt üyeliğinden dolayı, yani FETÖ üyesi diye sahte belge düzenledi diye kişi alınıyor gözaltına ertesi gün serbest bırakılıyor. Yurtdışına çıkış yasağı bile konmuyor. Bu tür adamlar da var. Parası olan, dayısı olan, babası olan çıkıyor dışarı, gariban içerde kalıyor. Bu benim vicdanımı rahatsız ediyor.
Bir milyonu aşkın mağdur ailelere sesleniyorum, şunu sakın unutmayın, sizin hakkınızı bugün de, yarın da sonuna kadar savunacak olan biziz. Çünkü biz adaletten yanayız. 20 Temmuz’da sivil darbe yaptılar. 20 Temmuz’da sivil darbe yaptılar dedim kıyameti kopardılar. E sivil darbe yaptın. 12 Eylül darbesinden ne farkı var? İstediğini atıyorsun, gazeteciymiş, avukatmış, generalmiş, paşaymış, efendim ermiş kime kızıyorsan alıyorsun bir kararname kapının önüne koyuyorsun. Üniversite hocasıymış hepsini atıyorsun içeriye. 12 Eylül’de böyle değil miydi? Aynen böyleydi. Türkiye’nin her tarafında OHAL ilan ettiler. Ya Rize’de OHAL’e ne gerek var? Edirne’de OHAL’e ne gerek var? Hadi Ankara’yı anlarız askerler buradadır olur ya darbe yaparlar önlem alırsın ben bunu anlarım. Ya Rize’de adam gelip Ankara’da darbe mi yapacak? Ne gereği var? Üstelik söz verdiler çok kısa bir süre için uygulayacağız, buyurun bakın. İki seneyi geçti. Çünkü parlamentonun yetkilerini aldılar, parlamentoyu devre dışı bıraktılar. Bunu söyleyen ve bunun arkasında dimdik duran yine biziz. Onu da bütün arkadaşlara bildirmek isterim.
Şunu söyleyin gittiğiniz her yerde. Birleşmiş Milletlere 16 Temmuz’da bir dilekçe verdiler, dediler ki, biz adil yargılama yapmayacağız, biz tutulanlara insanca davranmayacağız. Bunu söyleyin. Adil yargılama yapmayacağız, tutulanlara insanca davranmayacağız. Yani işkence yapacağız. Kime söylediler? Birleşmiş Milletlere söylediler. Bizim tarihimizde bir ilktir. Bir hükümet Birleşmiş Milletlere bir dilekçe verir, biz işkence yapacağız, tutulanlara adil davranmayacağız diye dilekçe veriliyor. Bunu söyleyin. Ben söyledim, Yenikapı’da da söyledim. Kışlaya siyaseti sokmayın, camiye siyaseti sokmayın, adliyeye siyaseti sokmayın, siyaset ayrı, bunlar ayrı. Bunlar adalet dağıtacak. Birisi ülkemizin güvenliğini koruyacak. Birisi her görüşten insanın gittiği, ibadet ettiği yerdir. Buralara siyaseti sokarsanız toplumu ayrıştırırsınız, toplumu bölersiniz dedim. Şimdi yeniden bir askeri vesayeti getirmek istiyorlar, getiriyorlar kendi tek adam vesayetini güçlendirmek için. Genelkurmay Başkanıyla saray sözcüsünün ziyareti anlamlıdır. Şimdi konuşmuyorum ama bunun üzerinde duracağım. Bir kişi kendi tek adam rejimini güçlendirmek için tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi bir vesayet kurdurmak istiyorsa buna şiddetle karşı çıkacağız. 28 Şubat diye bağırıp ondan daha ağır bir vesayeti topluma giydirmek isteyenlere karşı çıkacağız. Biz bunu kabul etmiyoruz. Demokrasi? Evet sonuna kadar demokrasi. Ama vesayet? Hayır. Demokrasinin üzerindeki vesayeti kabul etmiyoruz.
Ve size bir ders daha vereyim, bir görev daha vereyim. 1961 Ali Fuat Başgil olayına bakın. Benzer bir olaydır Ali Fuat Başgil 1961, darbe sonrası. Orada ne yapılmıştır? Benzeri şimdi 2018’de yapılmak istenmektedir.
Değerli arkadaşlarım, beşinci temel sorunumuz ekonomi. Rahmetli Ecevit ve arkadaşları ekonomiyi düzeltmek için bütün bedelleri ödediler ve düzlüğe çıkardılar ekonomiyi. Gelip hazıra kondular, her şeyin hazırına kondular. 16 yılın sonunda geldiğimiz nokta şudur, bunu söyleyin, gittiğiniz her yerde söyleyin. 16. yılın sonunda geldiğimiz nokta Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin tefecilere teslim olmasıdır. Ekonomiyi bunlar değil, ekonomiyi filen tefeciler yönetiyor. Şunu da söyleyin, rakamları ezberleyin her yerde. Son 15 yılda Londra’daki bir grup faiz lobisine, tefeciye ödedikleri faiz miktarı 150 milyar dolardır. Kaç tane GAP yapılırdı, kaç tane Keban Barajı yapılırdı, kaç tane Atatürk Barajı yapılırdı? 10’dan fazla. 150 milyar doları bir grup tefeciye ödüyorsun. Dışarıda bunlar. Bir de içerde ödüyorsun, içerde tefecilere ödedikleri para 675 milyar lira. 150 milyar doların dışında, o dışarıya, bu da içeriye. Devlet tahvili, hazine bonosunu kim aldıysa onlara ödediler. Sorun vatandaşa senin devlet tahvilin var mı, hazine bonon var mı? Yok diyecek nerede diyecek. Kimin var? Elinde bir kadeh viski masa, sandalye, ayak ayak üstüne atmış onun var. Kasası arkasında duruyor, devletten hazine bonosunu, devlet tahvilini alıyor, hiç yatırım yapmıyor, adam çalıştırmaya gerek yok 675 milyar lira faiz alıyor. Demeyecek misiniz bunların yatacak yeri yoktur diye. Vatandaşların büyük bir kısmının bunlardan haberi bile yok. Tek tek anlatacaksınız. Gazeteler mi yazıyor diyeceksin, hangi gazete yazacak? Korkudan yazamıyorlar. Kendilerine otosansür uyguluyorlar. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu kadar çok faiz ödeyen ikinci bir hükümet yoktur. Bakın tarihinde bu kadar faiz ödeyen ikinci bir hükümet yoktur. Osmanlının hem borçlarını, hem faizlerini o cumhuriyetin yoksul yıllarında Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ödedi. Ama kimseden beş kuruş para almadı, dilenmedi bile.
Açıklama yapıyor o zat diyor ki, ben faizi sık sık dile getirince o da faiz üzerinden mecburen bir konuşma yapıyor. Bir defa faizi aşağı indirmek suretiyle enflasyondan da kurtulacağız. Sanki 15 yıldır biz hükümetteyiz, o da muhalefette 15 yılda faizi indirecekmiş. Ya kardeşim 15 yıldır memleketi sen yönetiyorsun, lobiciler yönetiyor, indirecekmiş. Niye indirmedin? Sen indirdin de birisi geldi sana engel mi oldu? Sen indirdin de Cumhuriyet Halk Partisi sakın indirmemi dedi? Devam ediyor, enflasyonun anası da, babası da faizdir. Çok şükür nihayet öğrenmiş. Anası da, babası da, yedi sülalesi de faizdir ben de biliyorum. Ama faizi ödeyen sensin ben değilim. Benim vergimle gidip ödüyorsun sen o faizi. Ödeme kardeşim niye ödüyorsun? Devam ediyor, bunun aksini yapmaya kalkanlar karşısında beni bulur. Çok şükür. Sen tefecilerin karşısında hazırolda bekliyorsun kardeşim. Onlardan emir alarak ekonomiyi yönetiyorsun sen. Karşısında bulurmuş. 15 yıldır niye bulmadılar? Hadi 16. yıl bulsunlar, hadi yarın sabah bulsunlar. Karşısında bunu bulurmuş. Sen milletimi kandırıyorsun?
Devam ediyor, ekonomide her kötülüğün anası faizdir. Anası da, babası da, yedi sülalesi de faizdir. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapar. E işte biz de onu söylüyoruz zaten. Kayseri gibi sanayileşmiş, Kayseri gibi istihdam yaratan, Kayseri gibi sanayide önemli bir marka olan yerde bile 223 bin kişi sosyal yardımlardan yardım almadan geçinemiyor. Sen bunlardan aldığın parayla gidip faizcilere faiz ödedin. Sanayicinin vergisini götürdün faiz ödedin. Fabrika mı kurdun sen? Var olan fabrikaları satıyorsun.
Devam ediyor, bunu böyle bilmemiz lazım bunun lobisi de finans kuruluşlarıdır. Bizde biliyoruz, itiraf ediyor finans kuruluşlarıdır. Ama bir itiraf daha var çok önemli. Açık söylüyorum, devletin bankaları da bu işin içindedir. İyi de gözlerinden öptüğüm Recep bu devletin bankalarına genel müdürleri ben mi tayin ettim? Sen tayin ediyorsun, sen belirliyorsun. Hem suçlu, hem güçlü. Bu kadar ikiyüzlülüğü ben cumhuriyet tarihinde hiç görmedim. Emin olun cumhuriyet tarihinde bu kadar ikiyüzlülüğü hiç görmedim. Bankalar bunu yapıyormuş. Bankaların genel müdürlerini sen tayin ediyorsun. Üniversitede hoca barış bildirisi imzaladı diye kapının önüne koyuyorsun, faizi yükselten bankanın genel müdürüne de ensesine diyorsun tamam bravo devam et, devam et. Arada Kılıçdaroğlu bunların farkında değil diyorsun, sen devam et yine. Bunları söylediler ne oldu? Bir şey daha söyledi, ben de faizden şikayetçiyim, bir komite kurduk faizleri indireceğiz. Komite en nihayet toplandı. Ne yaptılar? 75 puan faizleri yükselttiler indirmediler.
Sevgili Recep Bey, vallahi de, billahi de sen ülkeyi yönetemiyorsun. Vallahi de, billahi de sen ülkeyi felakete sürüklüyorsun. Vallahi de, billahi de sen işsizliği koruyorsun. Vallahi de, billahi de sen tefecilere çalışıyorsun kardeşim, tefecilere çalışıyorsun.
Efendim eğer o zat küpünü doldurmak için yaptığı çalışmayı ülkeyi kalkındırmak için emek harcasaydı vallahi biz aya astronot gönderirdik. Küpünü doldurdu, bu memlekete vergi vermemek için aile efradı gitti Man Adasında şirketler kurdular, orada anlaşmalar yaptılar. Fakir fukara vergi öder, bunlar ödemezler. Ödememek için her yolu denerler.
Bakın bizim 24 Haziran’a giderken Türkiye’nin 5 temel sorunundan söz ettim, bunları unutmayacaksınız. İşsizlikten kendisini gelip yakıyor, rahmetli Ecevit zamanında Başbakanlığın önünde yazarkasa atıldı. Ya kimse kendisini öldürmedi. Şimdi yazarkasanın ötesine geçtik. İnsanlar 2 yıldır, 3 yıldır, 4 yıldır işsiz ve kendilerini yakmak zorunda kalıyorlar. Gidiyorlar nerede yakıyorlar? TBMM’nin önünde yakıyorlar, gazetelerde haber olmuyor. Ne zaman haber oldu biliyor musunuz? Ben konuştuktan sonra beni eleştirmek için haber yapmak zorunda kaldılar. Bizim üstlendiğimiz görevin ne kadar önemli olduğunu hepinizin bilmesini isterim. Medyanın bu kadar kontrol edildiği bir süreçte bize büyük görev düşüyor.
Bakın şunu da söyleyin, vatandaş gene size derse ki, ya işte bunlar iyidir falan filan. Şu soruyu sorun, kardeşim mecliste çoğunlukları var mı? Var. İstedikleri kanunu çıkarıyorlar mı? Çıkarıyorlar. Hatta hiç meclise gitmeden kanun hükmünde kararnameyle istedikleri değişiklikleri yaparlar mı? Yaparlar. İstediği hakimi, savcıyı görevden alır mı? Alır. İstediğini hakim, savcı yapar mı? Yapar. Partisinin il başkanını, ilçe başkanını da hakim, savcı yapabiliyor. İstediği hocayı üniversiteden atar mı? Atar. Her türlü yetkiye sahip mi? Her türlü yetkiye sahip. Bürokrasiyi kontrol ediyor mu? Bürokrasinin yüzde yüzünü zaten kendisi atıyor. Peki niye erken seçim? Bu soruyu sorun. Zaten yetkilerin tamamı verilmiş daha ne istiyorsun sen? Yönetemediğinin farkında, o da biliyor. Baskıyı daha da artırmak istiyor. Toplum üzerindeki baskıyı daha da artırmak istiyor. Bunun için istiyor. Vatandaşa söyleyin, eğer çocuğunun daha kötü okula gitmesini istiyorsan oyunu vereceksin. Ben düşüncemi açıklamayım, korkudan sesimi keseyim diyorsan açık oy gidip vereceksin. Çoluğum çocuğum işsiz kaldı önemli değil nasıl olsa üç, beş kuruş bir yerlerden gelir sosyal yardım onlar köşeyi dönerler diyeceksen gidip oyunu vereceksin. Ama bu ülkede demokrasi olsun, ama bu ülkede üretim olsun, ama bu ülkede istihdam olsun, ama bu ülkede yoksulluk olmasın, ama bu ülkede bizim çocuklarımız en iyi okullara gitsinler, ama bu ülkede bizim çocuklarımız okula giderken sadece sabah, öğlenci falan da değil, sabah gidecek, akşam çıkacak, öğle yemeğini bedava yiyecek, bütün eğitim harcamalarının tamamını sosyal devlet karşılayacak diyorsan oyunu değiştir kardeşim. Oyunu bozacağız ve biz hep beraber bu mücadeleyi yaptığımız zaman Türkiye’yi aydınlığa çıkarmış olacağız. Yolu 24’ündedir.
24 Haziran’a kadar hiçbir il başkanı, ilçe başkanı rahat uyumayacak. Sokak sokak, cadde cadde gezecek, anlatacak. Efendim ben rahatıma düşkünüm öğleden sonra çalışacağım diyorsanız il başkanlığını, ilçe başkanlığını bırakın oraya başka birisi gelsin. Gayet açık, gayet net söylüyorum. Ben size bütün il, ilçe başkanlarına söz veriyorum, 24 saat 24 saat, 36 saat 36 saat asla ve asla. Türkmenlere söz verdim, Yörüklere söz verdim, Yörük Ali Efe nasıl çalışıyorsa onun gibi çalışacağım. Mücadele böyledir, mücadele farklı bir mücadeledir. Bilgiye dayalı söylem. Bakın soru geldiğinde eğer o sorunun yanıtını bulamıyorsanız derhal telefon açacaksınız Genel Merkeze. Size bütün rakamları vereceğiz bütün rakamları. Gittiğiniz her yerde büyük bir özgüvenle bütün rakamları konuşturarak Türkiye’nin geldiği noktayı anlatacaksınız ve diyeceksiniz ki Türkiye bunu hak etmiyor. Biz aydınlık bir Türkiye istiyoruz, beraber yaşamak istiyoruz, huzur içinde yaşamak istiyoruz. İster AK Partili olsun, ister MHP’li olsun, ister Saadetli olsun, ister İYİ Partili olsun, DSP’li olsun, Vatan Partili olsun, hangi partiden olursak olalım beraber bu ülkede huzur içinde yaşamak istiyoruz. Huzurumuzu bozdular, ağzımızın tadını kaçırdılar, demokrasiye kumpas kurdular, kumpas kurmaya devam ediyorlar. 12 Eylül, 12 Mart, 28 Şubat sürecinden daha zor bir sürecin içine Türkiye’yi soktular.
Ve şunu söyleyin, son cümle söyleyin. Bu ülkede hiç kimse günaha ortak olmasın. Bu ülkede hiç kimse günaha ortak olmasın. Tefeciye para ödemek günahsa, tefeciye teslim olmak günahsa hiç kimse harama ortak olmasın, günaha ortak olmasın. Verdiğim rakamlarda bir dolar ya da bir kuruş eksikse vallahi görevi bırakacağım. Bakın, bir kuruş veya bir dolar eksikse görevi bırakacağım. Bu kadar eminim. Çünkü tamamı devletin rakamları.
Mütedeyyin kardeşlerimize de seslenin, senden toplanan vergi tefeciye gidiyor kardeşim. Yakayı tefeciye kaptırmışlar kardeşim deyin. Rakamları verin, inanmıyorsa, güvenmiyorsa size hazinenin ya da maliye bakanlığının internet sitelerinden o rakamları alıp tamamını size verebiliriz, tamamını gönderebiliriz. Türkiye bunu hak etmiyor. Kendi ülkemizde rahat ve huzur içinde yaşamak istiyoruz. Biz tefeciye faiz ödeyen bir Türkiye değil, yakasını tefeciye kaptırmış bir Türkiye değil, üreten Türkiye istiyoruz üreten. Üretecek, güçlü bir Türkiye istiyoruz.
Her şeyi sattılar. Bir adam düşünün, Kayserili kardeşlerime sesleniyorum, ticaretten en iyi onlar anlarlar. Şöyle bir adam düşünün, asgari ücretle çalışan bir işçi, fabrikada çalışıyor, gitti bir tefeciden borç aldı yeni evlenmiş tefeciden borç aldı. Dedi ki, bana borç ver evi düzelteceğiz. Tamam, aldı parayı, buzdolabı aldı, çamaşır makinası aldı, mobilyalarını aldı, bir sürü malzemeyi aldı. İki ay sonra parayı ödeyeceğim dedi. E asgari ücret tamamını ödeyemiyorsun, her seferinde biraz daha faiz, her seferinde biraz daha anapara artacak. Türkiye’nin geldiği durum budur. Fabrikaları satıyorlar tefeciye faiz ödemek için. Cumhuriyetin kuruluşunda Sümerbankları, Etibankları, bankaları hepsini sattılar tefecilere faiz ödemek için. Tefeciden faiz almadan, para almadan artık ekonomiyi götüremiyorlar, yönetemiyorlar ekonomiyi, bunu artık herkesin bir şekliyle anlatması lazım.
O nedenle söylüyorum, bütün mütedeyyin kardeşlerime sesleniyorum, bu iktidara vereceğin her oy günaha ortak olman demektir. Tefeciye faiz ödemeye ortak olmak demektir. Eğer ben tefeciye faiz öderim, bu Müslümanlıkta makul bir olaydır diyorsan sözüm sana değil istediğine ver. Ama ben mütedeyyin bir insanım ve ben tefeciye bir hükümet yakayı kaptırmışsa bu doğru değildir, buradan Türkiye’yi kurtarmamız lazım diyorsan dönüp yüzünü halka bakacaksın, halkın partisine bakacaksın, namuslu insanlara bakacaksın, faize karşı çıkanlara bakacaksın, tefeciye karşı çıkanlara bakacaksın. Bankacılık evet bankacılık olacak, makul faiz evet makul faiz olacak veya faizsiz bankacılık sistemi var o da olacak. Ama yaka tefeciye kaptırıldıysa o ülke iflah olmaz. Geldiğimiz nokta budur.
Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum değerli arkadaşlarım.