Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun CHP Bilim, Yönetim, Kültür Platformu Başkanlığı tarafından Kadıköy Belediyesi Kozyatağı Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Aydınlanma ve Atatürk Devrimleri Çalıştayı”nda yaptığı konuşma şöyle:
“Efendim az önceki oturumu büyük bir keyifle izledim. Cumhuriyeti, devrimleri, Mustafa Kemal’i, arkadaşlarını, onları şükranla yad etmek ve onların bize bıraktığı mirası ileriye taşımak hepimizin ortak görevi.
Ben Atatürkçülüğü iki temel eksen üzerinde değerlendiriyorum. Birincisi, Gazi Mustafa Kemal diyor ki, “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” Kendi ülkemde, kendi bayrağımın altında özgürce yaşamak istiyorum. İkincisi, o daha önemli bana göre; diyor ki, “Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça biz bağımsızlığımızı koruyamayız” diyor. Bir; özgür irade. İki; üretim. İkisini yan yana getirmemiz gerekiyor. Mustafa Kemal’in bize miras bıraktığı aslında bu iki eksen. Bu iki eksen üzerinde ilerleyebilirsek Türkiye’yi çağdaş uygarlığa kavuşturmuş oluruz.
Bugün sabahleyin bir toplantı vardı Ortadoğu sorunlarını tartıştık ve süreç nedir ne değildir onu kısmen ortaya koymaya çalıştık. Orada Ortadoğu’nun kendi içinde yaşadığı sorunları aşması için yedi temel sorun alanını aşması gerektiğini söyledim. Şimdi bu sorun alanları nedir, nasıl aşılır? Çünkü kanlı bir coğrafya, hepimizin önünde, hepimiz yaşıyoruz bu coğrafyayı ve görüyoruz, tanığıyız.
Birinci temel sorun – diyeceksiniz ki bunu nasıl bugüne bağlayacaksınız biraz sonra onu da anlatacağım –bölge halklarının yani o Müslüman dünyanın eğitim yetersizliğidir, birinci temel sorun. PEW’in yaptığı bir araştırma var Müslüman ülkelerde yaşayan 25 yaşındaki nüfusun ortalama eğitim süresi 5.6 yıl. Yeni Zelanda’da 14 yıl, Amerika’da 13.6 yıl, Kanada’da 13,5 yıl. Bu işin temel nirengi noktası birinci sorun eğitim. Eğitim sorununu bölge henüz aşamamış.
İkinci temel sorun, kutsal dinimizin çarpıtılarak teröre ve radikalizme alet edilmesidir. Buna son vermek için, İslam ülkeleri arasında yakın işbirliği önem taşımaktadır. Bölge ülkeleri ekonomik ve sosyal işbirliği yanında diğer işbirliklerini de geliştirsin diyoruz.
Üçüncü temel sorun, kadınların ve gençlerin siyasi, sosyal ve ekonomik hayata katılmalarında yaşadıkları sorunlardır. Kadın ve gençlerimizi siyasi, sosyal ve ekonomik yaşamda daha etkin kılmalıyız. Zira kadının ve gencin olmadığı toplum ayrımcıdır ve geri kalmıştır. Bu açmazı mutlaka Ortadoğu halklarının gözardı etmemesi gerekiyor.
Dördüncü temel sorun etnik ve mezhebi fay hatlarına dayanan siyaset anlayışıdır. Bu anlayış kesinlikle terk edilmelidir diyoruz ve devam ediyoruz.
Beşinci sorun, bölge ülke gelirlerinin önemli ölçüde petrol ve doğalgaza dayanmasıdır. Bölge ülkeleri gelir kaynaklarını mutlaka çeşitlendirmek zorundadırlar. Bu çeşitlendirmedeki başarı egemen güçlerin bölge üzerindeki hakimiyetini zayıflatacaktır. Bunun için farklı alanlarda üretimi esas alan ekonomik modeller oluşturulmalıdır. Bu modeller bölgesel çerçeve içinde de ele alınabilir. Ekonomik entegrasyon bölgedeki barışın da güvencesi olacaktır.
Altıncı temel sorun, toplumdaki değişim özleminin meşru bir talep olarak kabul edilmeyip iç dinamiklerin önünün kesilmesidir. Bu anlayış dış müdahalelere ve otoriter yönetimlere zemin hazırlamaktadır. Oysa 21.yüzyılda toplumların demokrasiye ve özgürlüğe susamışlığı vardır.
Yedinci temel sorun, tüketen toplum yapılarının rekabet edebilir üreten toplum yapılarına dönüştürülememesidir. Bu dönüşüm sağlanamadığı içindir ki, doğal zenginlik kaynağı refah değil acı ve gözyaşı getirmektedir bu bölgelerde.
Aslında bu söylediklerimin tamamını Gazi Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’de yapmak istemiştir ve önemli ölçüde başarı sağlamıştır. Eğer biz bugün Ortadoğu’da yaşanan dramın aynısını yaşamıyorsak- ama birileri bize yaşatmak istiyor- cumhuriyet felsefesinin bize getirdiği ve bizim de özümseyip bugüne kadar taşıdığımız anlayıştır. Bu anlayışı daha ileriye taşımak zorundayız.
Şimdi tarihçi arkadaşlarım söylediler, ben de dinledim, bilgi dağarcığımı da zenginleştirdim. İnançlardan söz edildi, kitaplardan söz edildi. Eski düşünürlerden söz edildi. Ben size bir gelecek ufku çizmek isterim. Ve biz bir gelecek ufku çizerek topluma umut vaat etmek zorundayız. Eğer bir siyaset anlayışı bir gelecek çizmez ve topluma umut vaat edemezse iktidar olma şansı yoktur arkadaşlar. Eleştiri kültürünün ötesine geçip tarihten de ders çıkarıp bir geleceği inşa etmeliyiz. Nasıl bir gelecek olmalı? Dört aşamalı bir geleceği toplumun önüne koymalıyız kadını – erkeğiyle, yaşlısı – genciyle. Ve hep birlikte bunun mücadelesini vermeliyiz.
Birinci halkamız şudur; demokrasi, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, kadın – erkek eşitliği. Buna benzer bir demokraside olmazsa olmaz kurallar neyse bu kuralların kendi ülkemizde olmasının mücadelesini vermektir. Demokrasisi gelişmemiş hiçbir ülke gelişmemiştir. Demek ki, birinci hedefimiz demokrasiyi geliştirmektir, kadın – erkek eşitliğini sağlamaktır. Çocuklarımıza iyi bir eğitim vermenin yollarını aramaktır. Bu ancak demokrasi içinde olur, düşünce özgürlüğü içinde olur. Düşünceyi kısıtlarsanız eğitimi kısıtlamış olursunuz, aklı kısıtlamış olursunuz. Dolayısıyla birinci önceliğimiz demokrasiyi sağlamaktır.
İkinci halkamız, ikinci norm, üreten Türkiye. Eğer bir ülke üretmezse birilerinin boyunduruğunda görev yapar veya o boyundurukta tıkanıp kalır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün toplu iğne üretemeyen bir ülkeden uçak üreten bir ülkeye Türkiye’yi taşıması çok anlamlıdır. 1925 yılında Kayseri’de uçak fabrikasının temelini atmıştır. 1940’lı yıllarda Türkiye uçak ihraç eden ülkedir. Kendi denizaltısını yapan ülkedir ve hayatın her alanında üretime önem vermiştir. Bilgi, üniversiteler bilgi üretmeye başlamıştır. İşte saydılar Köy Enstitüleri, ondan öncesi var Millet Mektepleri. Bakıldığı zaman fabrikaların kurulması, Sümerbank’ın, Etibankların vesaire kurulması… Tamamı üretime dönüktür. Onun için üreten Türkiye’nin önemi büyüktür. Peki demokrasiyi getirdik üretmeye de başladık mı? Başladık. Yeterli mi? Hayır.
Bir üçüncü halkaya ihtiyacımız var, güçlü bir sosyal devlet. Aç ve açıkta hiç kimsenin kalmadığı güçlü bir sosyal devlet. 1921 yılında kurulan kurumlardan birisi Çocuk Esirgeme Kurumudur. Sosyal devlet cumhuriyetin kendi içinde zaten vardır. Ama biz bugün sosyal devleti bir hak olarak değil bir lütuf olarak topluma sunuyoruz. Toplum bunu bir hak olarak kabul etmeli, cumhuriyetin bireyi hak olarak kabul etmeli. Güçlü bir sosyal devlet. Örgütlenme hakkı, sendikacılık, grev, toplu sözleşme dediğimiz pek çok hakları vermeliyiz ve böylece hem gelir dağılımını dengelemeliyiz, hem de aç ve açıkta kimseyi bırakmamalıyız. Bunun sözünü topluma vermeliyiz.
Ve dördüncü ve önemli bir halka, sürdürülebilirlik. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı mücadeleyi sürdüremedik, tıkandı. Sürdüremezseniz tökezlersiniz ve bir yerde kalırsınız. Dolayısıyla sürdürülebilirliği de sağlamamız lazım. Bunun da yolu yine eğitimden geçmektedir.
Eğer biz bunları yapabilirsek ve bunları anlatabilirsek, sadece kendi komşularımıza değil tanıyalım, tanımayalım herkese anlatabilirsek, daha güzel bir Türkiye’yi inşa edebiliriz. Barış içinde yaşayacağımız bir Türkiye’yi inşa edebiliriz. Eğer bugün siyaset dar alana hapsedilmişse, etnik kimlik üzerinden, inanç üzerinden, yaşam tarzı üzerinden siyaset yapılıyorsa, gidilen bu yol bizim öngördüğümüz hedefleri kısıtlayan bir yoldur.İnsan işsiz, insan yoksul, yoksulluğunu ve açlığını düşünmeden, işsizliğini düşünmeden gidip başka güdülerle başka partilere oy verebiliyor. Kendi sorununu çözecek partiye değil, başka bir partiye oy verebiliyor. O zaman bu ülkenin aydınları olarak, bu ülkenin okumuşları olarak, bu ülkenin birer vatandaşı olarak toplumun her kesimine ulaşmak zorundayız.
Biliyorum sizin bulunduğunuz çemberde bir sorun yok. Siz sadece kaygılar taşıyorsunuz. Komşularınız gayet iyi, gelir düzeyinizde fena değil, çocuklarınız da iş bulduysa mesele yok. Bazılarının çocukları yurtdışında okuyor, orada iyi bir de eğitim alıyor. Ama sizin çemberinizin dışında ayrı çemberler var ve ayrı dünyalar var. Biz o ayrı çemberlere ve o ayrı dünyalara gitmek zorundayız. Bu benim sorumluluğum olduğu kadar tek tek hepinizin de sorumluluğudur. O insanların da aydınlanmaya ihtiyacı var, bilgilenmeye ihtiyacı var onların da. Bunu yapacak olanlarda bu ülkenin kadınlarıdır onu da söyleyeyim. Çünkü evin kapılarını tek tek çalıp evdeki kadınlarla muhatap olacak olanlar sizlersiniz. Belli bir bilinçle, mütevazi bir davranışla her eve girmek ve her kadınla konuşmak lazım, özellikle büyük kentlerde. İstanbul’da yaşayıp denizi görmeyen bir kadın varsa, o ayıp İstanbul’da yaşayan bütün kadınların ortak ayıbıdır. Hala bir alışveriş merkezine bir kadın gidememişse İstanbul’da veya Ankara’da veya İzmir’de o ayıp o kentte yaşayan kadınların ortak ayıbıdır. Dolayısıyla biz mücadelemizi sadece eleştirerek değil, ona güzel bir gelecek vaat ederek yapmalıyız, düşüncelerimizi aktarmalıyız.
Elbette Köy Enstitüleri çok önemliydi, elbette biliyoruz önemli olduğunu. Ama biz bugün ne düşünüyoruz?“Her organize sanayi bölgesinde yatılı meslek lisesi yapacağız” diyoruz. Her organize sanayi bölgesinde. Ne demektir? Oraya gidecek, çocuk okurken ailesine yük olmayacak Köy Enstitülerinde olduğu gibi. 5 yıllık olacak, ilk 3 yıl okuyacak, dördüncü yıldan itibaren fabrikaya, hangi alanda görüyorsa fabrikaya gidecek kursunu görecek. Tanıyacak, işi görecek doğrudan doğruya ve yetişecek. Mezun olduğu zaman da işi hazır olacak. Buna ‘iş garantili eğitim’ diyoruz. Üniversiteye gidecekse ona pozitif ayrıcalık tanıyacağız. Ayrıca eğitim gördüğü alanda üniversiteye daha rahat gitmiş olacak. Biz buna Modern Köy Enstitüleri diyoruz. Evet hiçbir yoksul ailenin çocuğu ailesine yük olmadan rahatlıkla hem üniversiteyi okuyabilecek, hem liseyi okuyabilecek, hem stajını yapabilecek ve bir meslek sahibi olacak. Bu bizim için önemlidir. Bunun da her yerde anlatılması lazım, her ortamda anlatılması lazım. Üreten toplum gelişen toplumdur. Eğer bir ülkenin geri kalmasını istiyorsanız 21.yüzyılda yapacağınız tek şey vardır eğitim sistemini bozmak. Başka bir şey yapmanıza gerek yok. Eğitim sistemini allak bullak ederseniz o ülkeyi geri bıraktırırsınız. Bugünkü eğitim sistemi Türkiye’yi geriye götüren bir eğitim sistemidir. Bu eğitim sistemi Türkiye’yi çağdaş uygarlığa ulaştıramaz. Bu eğitim sisteminden Türkiye’nin mutlaka kurtulması lazım. Kurtuluşun yolu her birimize sorumluluk anlayışı içinde çalışma görevi var o görevi yerine getirmektir. Kurtuluşun yolu budur. Birlikte mücadele edeceğiz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, büyük mücadeleler verdiğini söyledim, uçak yapıldı, gemiler yapıldı, fabrikalar kuruldu, sonra dediler ki, ne gerek var siz uçak yapıyorsunuz, size uçağı bedava vereceğiz. Ne gerek var sizin efendim tank, top yapmanıza veya fabrika kurmanıza, biz onların büyük bir kısmını size bedava vereceğiz. Askerin palaskasına kadar, çatalına, kaşığına kadar bedava geldi. Ne zaman uyandık? Ecevit’in Kıbrıs çıkarmasıyla uyandık. Dediler ki, bizim gemimizi kullanamazsınız dediler. Türkiye’nin yeniden silkinmesi ve kendisine gelmesi gerekiyor ve ufuk vermesi lazım topluma, bir umut vermesi lazım topluma. Bu umudu vereceğiz. Türkiye emin olun sizin düşündüğünüzden çok daha zengin bir ülke. Ama kaynakları olağanüstü israf ediliyor. Bu kaynaklarla Türkiye’yi kısa süre içinde ayağa kaldırmak mümkün. Eğitimi gerçekten şaha kaldırmak mümkün. İyi bir yetişmiş kadro var aslında. Bu kadrolarla biz çok güzel şeyler yapabiliriz. Yüksek yetenek inşasını sağlayabiliriz. Çocuklarımızı eğitebiliriz, güzel eğitimler verebiliriz. Muhalefette olmamıza karşın yine Kadıköy Belediye Başkanımızın davetiyle Finlandiya’da eğitim reformunu yapan bakan yardımcısını Türkiye’ye davet ettik. Milli Eğitim Bakanını da davet ettik gelin bakın nasıl kısa sürede Finlandiya bir çıtayı atladı. Biz sorumluluğumuzu biliyoruz. Sizden sadece istediğim şu sadece. Lütfen ama lütfen eleştiri kültürünün ötesine geçip halka umut vaat eden söylemlerle yola çıkınız. Her kapıyı çaldığınızda umut veriniz. Biz umut verdiğimiz sürece, güzel bir gelecek vaat ettiğimiz sürece önümüzde hiçbir engel olamaz. Ama sadece eleştirirsek olmaz. Ahmet Taner Kışlalı’nın dediği gibi “Atatürkçülük geçmişe takılıp kalmak değildir, geleceği inşa etmektir.” Biz geleceği inşa edeceğiz. O hedefi de Gazi Mustafa Kemal Atatürk göstermiş. Nedir o hedef? Çağdaş uygarlığı aşmak, bitti bu kadar basit. Bütün mesele ne? O yolu nasıl aşacağız, o yolu nasıl kat edeceğiz? Onun da yolunu söyledim 4 aşamalı bir süreç. Demokrasi, birinci sınıf demokrasi. Üreten Türkiye, güçlü Türkiye, üniversiteleri bilgi üreten Türkiye, çiftçinin tarlada çalışıp ürettiği bir Türkiye, sanayicinin ürettiği bir Türkiye, her alanda, düşünce dahil her alanda üreten bir Türkiye. Üçüncüsü güçlü bir sosyal devlet, hiç kimsenin aç ve açıkta kalmadığı, barışı sağlayacağımız temel yol güçlü bir sosyal devletten geçiyor, güçlü bir sosyal devlet. Dördüncüsü sürdürülebilirlik. Bu hedefleri ortaya koyduğumuz zaman Türkiye çağdaş uyarlığı kısa süre içinde yakalar. Neden? Çünkü genç nüfusumuz 2035’e kadar hala çoğunlukta. Ve dolayısıyla gençlerin dinamizmini hem siyasete, hem ekonominin her alanına yaymak zorundayız. Ve o zaman göreceksiniz ki, biz kısa sürede büyüyen, kalkınan bir ülke oluruz.
Efendim hepinize yürekten teşekkür ediyorum. Tabi bu anlatımların tamamı kitap haline gelecek – hocamız onu yapıyor, Onur Bilge hocamız, kitap haline gelecek – umarım birer kitap da satın alır ve dolayısıyla gerçekleri kütüphanemizde tutmaz öğreniriz hep birlikte.”