Kabine toplantısı sonrası alınan kararlar neler? « İzmit Pusula Gazetesi

1 Kasım 2024 - 22:31

Kabine toplantısı sonrası alınan kararlar neler?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamada, “Sürekli dönüşen ve değişen virüse karşı, hâlihazırda aşı dışında bir korunma yöntemi bulunmuyor. İş yerlerinden eğitim kurumlarına, sosyal faaliyetlerden dış seyahatlere kadar her alanda huzurla hayatımızı sürdürebilmemiz, hepimizin aşı olmasına ve aşılarını tamamlamasına bağlıdır” dedi.

Kabine toplantısı sonrası alınan kararlar neler?
Son Güncelleme :

20 Ağustos 2021 - 0:52

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından basın açıklaması yaptı.

Toplantıda ele alınan konulara dair açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi:

“Bir ayı aşkın bir sürenin ardından bugün yaptığımız Kabine Toplantısı’nda sağlıktan tabii afetlere, ekonomiden eğitime ve dış gelişmelere kadar ülkemizin gündemindeki birçok meseleyi etraflıca görüştük, ele aldık.

Maalesef bir süredir maruz kaldığımız kuraklık, yangın ve sel felaketleri sebebiyle üzüntülü günler geçiriyoruz. Anadolu’nun pek çok yerinde kuraklık sebebiyle tarlalar biçilmeden sürülmek mecburiyetinde kalınmıştır.

Neredeyse dört haftadır gündemimizde olan büyük çaplı orman yangınları da küresel bir sorun hâline dönüşmüştür. Ülkemizde 2021 yılında 54 farklı ilimizde çıkan yangınlar, yaklaşık 150 bin hektarlık alanı etkilemiştir. Tarihimizin bu en büyük yangınlarında zarar gören alanların 82 bin hektarı Antalya’da, 62 bin hektarı Muğla’dadır. Buna karşılık son dönemde mesela Rusya’da 3 milyon hektarlık, Amerika’da 3 milyon hektarı aşkın, Kanada’da 3 milyon hektara yakın, Meksika’da 600 bin hektarlık bir alan yanmıştır. Avrupa’nın pek çok ülkesi de yangınlarla boğuşmaktadır.

Ülkemizdeki yangınların en azından bir kısmında terör örgütlerinin sabotaj şüphesi olmakla beraber genel bir afet hâliyle karşı karşıya bulunduğumuz açıktır. Son 1,5 asrın rekorlarının kırıldığı bu dönemde 40 dereceyi bulan hava sıcaklığı, 80 kilometreyi bulan rüzgâr hızı ve yüzde 9’lar seviyesine inen nem oranı sebebiyle yangınların önüne geçilmekte zorlanılmıştır.

Manavgat’ta başlayan ve giderek yayılan yangınlara karşı devletimiz ilk andan itibaren tüm imkânlarıyla mücadelesini vermiş, vatandaşlarımızın yanında yer almıştır. Böylesine bir felaketi dahi istismar edenlere rağmen milletimizle birlikte bu büyük afetin üstesinden gelmeyi başardık. Yangınlara toplam 18 uçak, 68 helikopter, dokuz insansız hava aracı, 1000’in üzerinde arazöz, 680 iş makinesi, 6 binden fazla personel ve binlerce gönüllü ile müdahale edilmiştir. Ayrıca, diğer kurumlar ve belediyelerden de 8 binin üzerinde personel ve 1000’in üzerinde araç desteği sağlanmıştır. En son Köyceğiz ile birlikte büyük yangınların tamamı kontrol altına alınmıştır. Soğutma çalışmaları sürmektedir.

“YANGINLARDA ZARAR GÖREN VATANDAŞLARIMIZIN KAYIPLARININ TELAFİSİ İÇİN GEREKEN ÇALIŞMA YÜRÜTÜLMEKTEDİR”

Sadece 28 Temmuz’dan sonra başlayan yangınlarda ormanların yanı sıra 72 bin dekar ekili ve dikili alan, 1000 dekara yakın sera, 2590 ton depolu ürün, 2600 tarımsal yapı zarar görmüştür. Bunun yanında yangınlarda 395 büyükbaş hayvan, 4505 küçükbaş hayvan, 7749 arı kovanı, 29600 kanatlı hayvan itlaf olmuştur.

Yangınların en yoğun olduğu dönemde Türkiye’ye uçak ve helikopter dâhil çeşitli araçlar ile yangın söndürme ekipleri gönderen dost ülkelere milletim adına bir kere daha şükranlarımı sunuyorum.

Orman yangınlarıyla mücadelemize destek için Rusya’dan gelen bir uçağın Kahramanmaraş’ta düşmesi sonucu beşi Rus ve üçü Türk sekiz personelin hayatını kaybetmiş olmasından milletçe büyük bir üzüntü duyduk. Aynı şekilde yangınlar sırasında hayatını kaybeden orman işçilerimizin ve vatandaşlarımızın acısı da yüreğimizi yakıyor. Orman yangınlarıyla canları pahasına mücadele eden kahramanları milletim adına hiçbir zaman unutmadık, unutmayacağız.

Yangınlarda maddi zarar gören vatandaşlarımızın kayıplarının telafisi için gereken her türlü çalışma yürütülmektedir. Zarar tespitleri yapılmıştır. Buna göre yıkık, acil yıkılacak ve ağır hasarlı olarak sadece Antalya ve Muğla’da 2486 bağımsız bölüm belirlenmiştir. Evleri tamamen kullanılamaz hâle gelen vatandaşlarımıza en geç 1 yıl içinde yeni konutları teslim edilecektir. Tüm hayvan kayıpları hibe olarak karşılanacaktır. Bitkisel üretim alanlarının ihyası için ihtiyaç duyulan fide, tohum, fidan gibi ürünler bedelsiz olarak hak sahiplerine verilecektir. Çiftçilerimizi yüksek katma değerli alternatif tarım uygulamalarına yöneltmek için projeler hayata geçirilecektir.

Yanan ormanlarımız Anayasamızın 169. maddesine uygun şekilde tekrar canlandırılacak, tarım ve turizm dâhil kesinlikle başka bir amaç için kullanılmayacaktır. Bu çerçevede ilk etapta 84 milyon vatandaşımızın her biri için üç adet hesabıyla 252 milyon fidan yıl bitmeden toprakla buluşturulacaktır. Bugüne kadar 5,5 milyar fidanı, ağacı toprakla buluşturmuş, ülkesinin orman alanını 2 milyon hektar artırmış bir hükûmetiz. Yanan yerleri en kısa sürede yeniden ağaçlandıracağımızdan da kimsenin şüphesi olmasın.

Yangınların ilk başladığı andan itibaren Tarım ve Orman Bakanımız, Çevre ve Şehircilik Bakanımız, İçişleri Bakanımız, Ulaştırma ve Altyapı Bakanımız, Enerji Bakanımız, Dışişleri Bakanımız sürekli bölgede bulunmuşlardır. Diğer bakanlarımız da zaman zaman bölgeye giderek kendi alanlarıyla ilgili çalışmalara katılmışlardır. Ayrıca, milletvekillerimiz, bakan yardımcılarımız, kurum yöneticilerimiz de sahayı paylaşarak çalışmaların koordinasyonunda görev almışlardır. Kızılay gibi, AFAD gibi kuruluşlarımız buralarda sürekli görev icra etmişlerdir. Aynı şekilde Silahlı Kuvvetlerimiz, Kara Kuvvetlerimiz, bunun yanında Jandarma bütün imkânlarıyla seferber olmuştur. Ve bütün bu çalışmalarla bizzat yangın bölgelerine giderek, hem de sürekli oradaki arkadaşlarımızla temas hâlinde olarak süreci yakından takip ettik. Afet bölgesi ilan ettiğimiz yerlerdeki vatandaşlarımıza pek çok destek ve erteleme imkânı sağladık.

Bu büyük afetten gereken dersleri de elbette çıkardık. Yaşanan tecrübelerin ışığında orman yangınlarıyla mücadele konusundaki planlar ve uygulamaları gözden geçirerek böylesine büyük afetlere karşı daha hazırlıklı olunmasını da sağlayacağız. Bu çerçevede özellikle sorumlu kurumların kapasitelerinin genişletilmesi konusunda kapsamlı bir çalışma yapılacak. Aynı şekilde afetlerde daha güçlü, etkin ve kapsayıcı bir koordinasyon içinde gereken adımlar atılacak.

Yaşadığımız bu büyük yangınlar için milletimize bir kez daha geçmiş olsun diyoruz.

İç Anadolu’da bazı bölgelerimiz kuraklıkla mücadele eder, güney bölgelerimiz yangınla kavrulurken, Karadeniz kıyılarımızdaki şehirlerimiz de sel felaketlerine maruz kalmıştır. Doğu Karadeniz’de Rize ve Artvin’de, Batı Karadeniz’de ise Bartın, Sinop ve Kastamonu’da kısa sürede yağan büyük miktarlı yağışların yol açtığı sel afetleri yaşanmıştır. Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde metrekareye 453 kilogram, Küre’de 394 kilogram, Devrekani’de 386 kilogram, Bartın’ın Ulus ilçesinde 362 kilogram, Sinop’un Ayancık ilçesinde 331 kilogram yağış düşmüştür. Bozkurt ilçemizde son 5 yılın Ağustos ayı yağış ortalaması 31,5 kilogram, yıllık yağış miktarı 774 kilogram civarındayken, bu afette birkaç günde 453 kilogram gibi bir seviyeye çıkmıştır. Afet yaşanan öteki ilçelerimizde de benzer tablolarla karşı karşıyayız. Sadece 2,5 günlük yağışları ifade eden bu rakamlar ülkemizin diğer pek çok yerindeki yıllık yağış toplamının bile birkaç üzerindedir. Böylesine büyük bir yağışa hiçbir altyapının dayanması mümkün değildir.

Yüksekliği 5 metreyi bulan sel suları önlerine gelen her şeyi sürükleyip denize doğru akmıştır. Ülkemizin hemen her şehrinde olduğu gibi buralarda da elbette imardan ve yapıdan kaynaklanan sorunlar vardır. Ama karşımızda tarihte ender rastlanacak bir afet olduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Sel sularının yerleşim yerlerini tehdit etmeye başladığı andan itibaren tüm kurumlarımız harekete geçmiştir. İçişleri Bakanımız, Çevre ve Şehircilik Bakanımız, Ulaştırma ve Altyapı Bakanımız, Enerji Bakanımız, Kültür ve Turizm Bakanımız, ilgili diğer tüm yöneticilerimiz çalışmalara bizzat nezaret etmektedir. Kimi yerleşim yerlerimiz kara bağlantıları tamamen kesildiği için bir süre müdahaleler sadece hava yoluyla ve botlarla yapılabilmiştir. Daha sonra bu bölgelerin kara bağlantısı Türk Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından kurulan portatif köprülerle tekrar sağlanmıştır. Hâlihazırda bölgede 10 bin 245 arama, tarama ve kurtarma personeli, 1208 araç, 1292 iş makinesi, bir sahil güvenlik korveti, dört sahil güvenlik botu, 48 bot, 22 helikopter, iki insansız hava aracı, üç jandarma insanlı keşif uçağı, 83 ambulans, 54 UMKE aracı, 18 itfaiye aracı, su baskınlarının temizlenmesi için gereken yüzlerce araç gereç, mobil enerji ve haberleşme araçları görev yapmaktadır. Ve helikopterle gördüğünüz gibi mobil jeneratör ta dağların başına çıkarılmış, oraya bırakılmış ve orada da evlere elektrikler verilmiştir.

Sel suları altında kalan yerlerdeki vatandaşlarımız hava ve kara araçlarıyla güvenli bölgelere taşınmıştır. Evleri, iş yerleri, araçları su ve moloz yığınları altında kalan vatandaşlarımızın iaşe ve ibate ihtiyaçları için gereken tedbirler alınmıştır. Bir yandan arama, tarama, bir yandan enkaz kaldırma, diğer yandan hasar tespit çalışmaları sürmektedir. Üç ilde toplam 970 konut ve 100 köy evinin yıkık, acil yıkılacak ve ağır hasarlı olduğu belirlendi. Hasar gören dört ayrı sanayi sitesi de tekrar inşa edilecektir. Yeniden yapılacak evlerin projeleri hazırdır, yakında inşasına başlıyoruz. İlçelerimiz ve köylerimizdeki ulaşım, elektrik, içme suyu, kanalizasyon, yağmur suyu, atık su arıtma tesisi gibi altyapı sorunlarına hızlı bir şekilde müdahale ediliyor. Öyle ki karadan ulaşılamayan yerlere havadan mobil santraller nasıl götürdüysek, elektrik ihtiyacını o şekilde nasıl karşıladıysak, diğer ihtiyaçları da aynı şekilde karşılayacağız.

Afet bölgesi ilan ettiğimiz ve mücbir sebep uygulamasını devreye aldığımız yerlerde vergi ertelemelerinden, kredi desteğine kadar pek çok imkânı vatandaşlarımızın hizmetine sunduk. Acil ihtiyaçlar için üç ilimize toplam 73 milyon lira ödenek gönderdik. Ayrıca sel felaketinin izlerinin silinmesi için AFAD bünyesinde bir yardım kampanyası başlattık. Kabinemizdeki bakanlarımız ve diğer çalışma arkadaşlarımızla birlikte 7 milyon 430 bin liralık bir katkıyla bu kampanyaya bizler de kabine üyeleri olarak iştirak etme kararı aldık.

“DEVLET ZOR ZAMANLARINDA VATANDAŞININ YANINDA OLMAK, ONUN YARALARINI SARMAK İÇİN VARDIR”

En büyük üzüntümüz can kaybımızın çok olmamasıdır. Şu ana kadar sele kapılan 78 vatandaşımızın cenazesine ulaşılmıştır. Kayıp olduğu bildirilen vatandaşlarımızı yine arama çalışmalarımız devam ediyor. Hayatını kaybeden vatandaşlarımızın çoğunluğu selin neredeyse tamamını yuttuğu özellikle Kastamonu Bozkurt ilçelerimizdendir. Sinop Ayancık’ta da ciddi can kaybımız vardır. Bartın’da kayıp olan bir vatandaşımızın naaşına ulaşılmıştır. Sellerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize baş sağlığı diliyorum.

Yağışların Karadeniz’in farklı bölgelerinde devam edeceği görülüyor. Buradan bölgedeki vatandaşlarımızı sel baskınlarına karşı dikkatli olmaya, kurumlarımızı tedbirlerini artırmaya davet ediyorum.

İklim değişikliğinin yol açtığı tabiat olaylarının artarak süreceği anlaşılıyor. Esasen ülkemizin deprem, sel, heyelan, yangın, kuraklık dâhil her türlü tabi afete karşı müdahale konusunda iyi bir birikimi, hazırlığı, teçhizatı vardır. AFAD başta olmak üzere bu konuda sorumluluk sahibi kurumlarımız ülkemizin sınırlarını aşan başarılara imza atmaktadır. Ancak yaşadığımız hadiseler bu konudaki kapasitemizi daha da geliştirmemiz gerektiğine işaret ediyor. Devlet en çok da zor zamanlarında, kötü günlerinde vatandaşının yanında olmak, onun yaralarını sarmak için vardır. Felaket ne kadar büyük olursa olsun devletin hazırlığının da ona göre artması gerekiyor. Deprem hazırlıkları konusunda kapsamlı bir çalışma zaten yürütüyoruz. İlaveten orman yangınları, sel baskınları ve heyelan afetleri ile kuraklığa karşı planlarımızı gözden geçirip yenileyeceğiz. Daha etkin koordinasyon, daha hızlı müdahale, daha eğitimli arama kurtarma birimleri, daha güçlü araç gereç alt yapısı için gereken adımları atıyoruz ve süratle atacağız.

“AFAD’I DAHA DA GÜÇLENDİRECEĞİZ”

Afetler konusundaki ihtisas kurumumuz AFAD’ı daha da güçlendireceğiz. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma, Emniyet gibi alt yapısı güçlü birimlerimizin mevcut imkânlarını daha etkin değerlendirecek bir sistem kuracağız. Milletimizi nasıl terör örgütlerinin, darbe heveslilerinin istiklalimize ve istikbalimize göz diken alçakların, ekonomimize tuzak kuranların tasallutuna bırakmadıysak, tabii felaketler karşısında da yalnız bırakmayacağız. Vatandaşlarımız müsterih olsun, elbette giden canları geri getiremeyiz, ama bunun dışındaki her türlü kaybı, zararı telafi edecek güce, imkâna, kararlılığa hamdolsun sahibiz. Türkiye’yi bir daha geçtiğimiz günlerde 22. yıldönümüne ulaştığımız 1999 depreminin ardından şahit olduğumuz çaresizlik görüntülerine mahkûm etmemek için her tedbiri alıyoruz, almayı da sürdüreceğiz. Son dönemdeki Van, Elazığ, İzmir depremlerinin ardından dünyada örneği görülmedik bir hızla şehirlerimizi nasıl ayağa kaldırdığımız en iyi milletimiz biliyor. Güneyimizdeki yangın ve kuzeyimizdeki sel felaketleri konusunda da aynısını yapacağız. Yanan her ağacın yerine fazlasını dikeceğiz, yanan her evi yeniden inşa edeceğiz. Selin yıktığı her binayı daha sağlamıyla tekrar ayağa kaldıracağız. Selin tahrip ettiği her altyapıyı daha iyisiyle yeniden inşa edeceğiz. Heyelanın yol açtığı yıkımları aynı şekilde hızla telafi edeceğiz, hiçbir mağduriyete, hiçbir mahrumiyete fırsat vermeyeceğiz. Allah’ın izniyle bunların hepsinin de üstesinden geliriz.

Önemli olan, birliğimize, beraberliğimize, kardeşliğimize sık sıkıya sahip çıkmamızdır. Bu konuda herhangi bir sıkıntı yaşamadığımız sürece geleceğimize umutla bakmamızın önünde hiçbir engel yoktur. Büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası yolunda verdiğimiz mücadeleye gayretiyle, duasıyla, kalbiyle destek veren tek yürek ve tek bilerek olarak yanımızda yer alan her bir vatandaşıma şükranlarımı sunuyorum.

Afetlerin önüne geçilmesi, arama-kurtarma, yardım faaliyetleri, altyapının yeniden ayağa kaldırılması çalışmaları için gecesini gündüzüne katarak mücadele veren tüm kamu kuruluşlarımızın, tüm sivil toplum örgütlerinin mensuplarına da teşekkür ediyorum.

Günlerce afet bölgelerinde yürütülen çalışmalarda görev alan, yöneten, destek veren herkese bir kez daha teşekkür ediyorum.

Bugünler gelip geçer, geride sadece samimiyetle milletimizin hizmetine koşanlar ile fitne, fesat, fırsatçılık peşinde koşanların bıraktığı iz kalır. Siyasetçisinden gazetecisine ve sosyal medya trolüne kadar ülkesine husumet dolu nice yüreği nasır tutmuş figürün yalanla, çarpıtmayla, tahrikle nasıl milletimizin acısını istimara yeltendiğini de unutmayacağız. Önlerine konan gerçeklere rağmen canla, başla görevini yapanların vebaline girerek ısrarla yalanların peşinden koşanları mahşeri vicdana havale ediyoruz.

Meclis’in açılmasıyla birlikte Avrupa’dakine benzer bir sosyal medya düzenlemesini süratle gündeme getirerek bu alandaki kirliliğin de önüne geçmekte kararlıyız. Kim kiminle yürürse yürüsün, biz milletimizle birlikte hedeflerimize doğru ilerlemeyi sürdüreceğiz.

“SALGINA KARŞI EN GÜÇLÜ MÜCADELE ARACI OLAN AŞILAMADA DÜNYADA İLK SIRALARDA YER ALIYORUZ”

Dünya, 2020 yılı başında ortaya çıkan Kovid-19 virüsünün giderek daha da ağırlaşan etikleriyle baş etmeye çalışıyor. Türkiye, salgının ilk gününden itibaren halkına sunduğu sağlık hizmetleri ve destek programlarıyla farkını ortaya koymuş bir ülkedir. Hastanelerimiz, sağlık personelimizin gayreti ve sahip olduğumuz güçlü altyapı sayesinde zirve dönemlerinde bir parça zorlanmış olsa da salgının üstesinden başarıyla gelmiştir. Özellikle şehir hastanelerimizin bu süreçte ne kadar kritik rol oynadığını vatandaşlarımız gayet iyi biliyor. Pek çok ülkenin aksine maskeden teste kadar hiçbir konuda eksiklik çekmedik. Kamu güvenliği ve gıda tedariki hususunda tıkır tıkır işleyen sistemimiz sayesinde herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmadık. Üretimin kesintisiz sürmesini temin ederek istihdamda dramatik bir düşüyle karşılaşmadık, tam tersine bilhassa son dönemde ciddi bir sıçrama yaptık. Bu güzel tablonun yansımasını yılın ilk 7 ayında 200 milyar doları aşan ihracatımızla gördük. Hizmetler ve turizm sektöründe de hızlı bir toparlanmaya şahit oluyoruz.

Salgına karşı en güçlü mücadele aracı olan aşılamada da dünyada ilk sıralarda yer alıyoruz. Hamdolsun aşı tedariki konusunda oldukça iyi bir noktadayız. Birden fazla kanaldan temin ettiğimiz aşıları sağlık kuruluşlarımızda oluşturduğumuz birimlerde hızla vatandaşlarımızın istifadesine sunuyoruz. Yerli aşı geliştirme çalışmalarında da inşallah yılsonuna kadar yaygın kullanım ve üretim safhasına geçmeyi ümit ediyoruz. Toplam aşı sayısında 87 milyonu geçerek ülkemiz nüfusunu çoktan geride bıraktık. İlk dozda 46 milyon, ikinci dozda da 35 milyon kişiye doğru gidiyoruz, bu sayıyla birinci doz aşıda nüfusumuzun yüzde 73’üne yaklaşırken, ikinci doz aşıda ise yüzde 55’ine ulaştık, artık 7 milyonu geride bırakan üçüncü doz aşı uygulamaları da hızla sürüyor. Ancak ülkemizde bazı kesimlerin hâlâ aşıya tereddütle yaklaştıklarını görüyoruz. Aşı çalışmaları gönüllülük esasına göre yürütülmektedir, yürütülecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı ve 3 doz aşısını da olmuş bir bireyi sıfatıyla milletimin karşısındayım. Şayet bu salgına karşı başka bir tedbir mevcut olsaydı onu da değerlendirmekte tereddüt göstermezdik. Sürekli dönüşen ve değişen virüse karşı hâlihazırda aşı dışında bir korunma yöntemi bulunmuyor. İş yerlerinden eğitim kurumlarına, sosyal faaliyetlerden dış seyahatlere kadar her alanda huzurla hayatımızı sürdürebilmemiz hepimizin aşı olmasına ve aşılarını tamamlamasına bağlıdır.

Son dönemde salgın sebebiyle hastanelere yatan, yoğun bakıma alınan, entübe edilen, hayatını kaybeden hastaların çok büyük bir bölümünün aşı yaptırmayanlardan oluştuğunun altını özellikle çizmek istiyorum.

Şu anda aralarında Ankara ve İzmir’in de bulunduğu 33 ilimiz aşılamada yüzde 75 sınırını geçerek mavi listeye girmiştir. Aşılamada yüzde 65-75 arasında yer alan illerimiz sarı, yüzde 55-65 arasında yer alan illerimiz turuncu listededir. Aşılamada yüzde 55’in altında kalan Şanlıurfa, Mardin, Bitlis, Muş, Gümüşhane ve Diyarbakır illerimiz ise kırmızı listede yer almaktadır. Bu illerimizde yaşayan kardeşlerimizden başlayarak tüm vatandaşlarıma bir kez daha aşılarını derhal olmaları çağrısında bulunuyorum. Ülkemizin ve milletimizin bu musibetin yol açtığı sıkıntılardan süratle kurtulması, eğitimde, sağlıkta, sanayide, ticarette, turizmde ve hayatın her alanında selamete ermemiz bu konuda elde edeceğimiz başarıya bağlıdır.

Eylül ayında okullarına kavuşmayı bekleyen milyonlarca ilk, orta, lise ve üniversite öğrencilerimizin, çeşitli sektörlerde işlerine dört elle sarılan vatandaşlarımızın geleceğinin bu konuda kat edilecek mesafeye bağlı olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Okullarda 6 Eylül’de yüz yüze eğitimin başlamasıyla birlikte öğrencilerle irtibatlı, ancak henüz aşı olmamış öğretmen ve diğer personelin haftada en az iki defa PCR testi yaptırmasını isteyeceğiz. Aynı şekilde aşı olmayan üniversite öğrencilerimizin ve üniversite çalışanlarımızdan da düzenli PCR testi yaptırmalarını talep edeceğiz.

“VATANDAŞLARIMIZIN KENDİ İSTEKLERİYLE AŞILARINI OLACAKLARINA İNANIYORUM”

Uçak ve şehirlerarası otobüs yolculuğu, konser, tiyatro ve sinema gibi insanların toplu olarak bulunduğu faaliyetler için de zorunlu PCR testi uygulamalarını devreye alacağız.

Dünyada kimi ülkelerin aşı olmayanlara yönelik çok ciddi kısıtlamalar getirdiğini görüyoruz. Ülkemizde böyle bir zorlamaya ihtiyaç duyulmadan vatandaşlarımızın kendi istekleriyle aşılarını olacaklarına inanıyorum. Türkiye, salgınla mücadelede olduğu gibi aşı konusunda da dünyada ilk sıralarda yer almayı sürdürme başarısını gösterecektir.

Bu vesileyle, ‘TMM’ diye ifade ettiğimiz temizlik konusunda, maske konusunda, mesafe konusunda bu kurallara riayet özellikle bizim sağlığımızın temel esasıdır. Özellikle son dönemde yeniden tokalaşma, sarılma gibi kültürümüzde var olan selamlaşma yöntemlerinin arttığı görülüyor. Vatandaşlarımızdan bir müddet daha bu konularda sabırlı olmalarını istiyorum. İnşallah her şeyi gönlümüzce yaşayacağımız günler yakındır.

Biz binlerce yıldır geniş bir coğrafyada kesintisiz devlet ve hatta devletler sahibi olarak yaşamış bir toplumuz. Anadolu’da da bin yıldır Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet silsilesiyle devletimizin güvenli, huzurlu, bereketli sınırları içinde hayatımızı sürdürdük. Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilişi sırasında Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Kuzey Afrika’dan Ege Adaları’na kadar pek çok yerden Anadolu’ya milyonlarca insanımız göç etmiştir, öyle ki Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere yeni devletimizin kuruluşunda öncü rol üstlenen pek çok sembol ismin doğup büyüdükleri topraklar ülkemiz sınırları dışında kalmıştır. Cumhuriyet döneminde de yakın coğrafyamızda başı dara düşen milyonlarca kardeşimiz ülkemize sığınarak burada yeni bir hayat kurmayı sürdürmüştür. Vatandaşlarımızdan pek çoğunun babalarından, dedelerinden, atalarından Anadolu’ya geliş hikâyelerini dinlediğine inanıyorum. Tarih, inanç, kültür ve soy birliğimiz olan bu kardeşlerimiz dışında farklı coğrafyadan insanlar da çeşitli sebeplerle ülkemize gelmiş, bir süre veya ömrünün sonuna kadar burada yaşamıştır. Asırlar boyunca Anadolu’nun garipler yurdu olarak anılmasının sebebi işte bu vasfıdır. Bu topraklara gelip de zorla yüz geri edilen hiç kimse yoktur.

“TÜRKİYE, İSTEYENİN İSTEDİĞİ GİBİ ELİNİ KOLUNU SALLAYARAK GİRİP ÇIKABİLECEĞİ SAHİPSİZ BİR ÜLKE DEĞİLDİR”

Yakın coğrafyamızda bir süredir yaşanan istikrarsızlıklar, savaşlar, iç çatışmalar, katliamlar ve bunlara bağlı huzursuzluklar Anadolu’ya yeni bir göç dalgası başlatmıştır. 1980’li yılların sonunda Bulgaristan’dan ülkemize gelen yüzbinlerce kardeşimizi hatırlıyoruz. 1990’lı yılların başında Kuzey Irak’taki çatışmalardan kaçarak topraklarımıza sığınan ve sayıları milyonu aşan kardeşlerimizi hatırlıyoruz. Yine aynı yıllardan itibaren ülkelerindeki ekonomik sıkıntılar sebebiyle çalışmak için Balkanlar ve Kafkaslar’dan bizim şehirlerimize gelen yüzbinlerce insanı hatırlıyoruz. Suriye’de 2011’de başlayan iç savaşın ardından giderek artan sayıda ülkemize sığınan kardeşlerimiz oldu. DEAŞ ve PKK saldırıları sırasında hem Irak’tan, hem Suriye’den ülkemize sığınan çok sayıda kardeşimiz vardı. Bir süredir de Güney Asya’daki istikrarsızlık ve yoksulluktan kaçarak, çoğu da buradan Avrupa’ya geçmek için ülkemize gelenler bulunuyor. Türkiye elbette isteyenin istediği gibi elini kolunu sallayarak girip çıkabileceği, dilediği gibi hareket edebileceği sahipsiz bir ülke değildir. Devletimiz öncelikle 84 milyon vatandaşının güvenliğinden ve refahından sorumludur. Bununla birlikte biz sadece kendimizi düşünerek kapımıza gelenlere sırtımızı dönecek cibilliyette, karakterde bir toplum da değiliz. Alicenap milletimiz tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de elindeki imkânları kendisine sığınan kardeşleriyle bölüşmekten asla geri durmamıştır. Hâlihazırda ülkemiz 3,6 milyonu Suriyeli sığınmacı, 1 milyon 100 bini ikamet sahibi yabancı ve 314 bini uluslararası koruma kapsamındaki misafir olmak üzere yaklaşık 5 milyon kişiye ev sahipliği yapmaktadır. Bunun yanında düzensiz göçmen diye isimlendirdiğimiz sınırlarımızdan kaçak giriş yapan kişiler de mevcuttur. Sınır güvenliğimizi artırmak için bir süredir devam ettirdiğimiz çalışmaları hızlandırdık. Özellikle İran sınırımızı göç, kaçakçılık ve terör faaliyetlerine karşı güvenlik duvarı, kanal elektronik sistemlerle kontrol altına alma çalışmalarında sona gelmek üzereyiz.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma ve Emniyet personelimizi, güvenlik korucularımızla buraları takviye ediyoruz. Geri gönderme merkezlerimizin sayısını ve kapasitesini artırarak düzensiz göçmenlerin kontrollü bir şekilde ülkelerine dönüşünü sağlıyoruz. Aldığımız tedbirler sayesinde ülkemizde 2019 yılında 455 bin olan düzensiz göçmen sayısını 2020 yılında 122 bine indirdik. Bu yılın ilk 7 ayında da 77 bin düzensiz göçmeni yakaladık. Son 3 yılda yakaladığımız düzensiz göçmenlerin yaklaşık yarısı Afganistan uyrukludur. Hâlen ülkemizde yaklaşık 180 bini kayıtlı ve 120 bini kayıtsız olmak üzere toplamda 300 bin civarında Afganistanlı olduğunu biliyoruz. Yani bu Ana Muhalefet’in dediği gibi veya Ana Muhalefet’in yanındaki bu muhaliflerin dediği gibi 1,5 milyon Afganlı ülkemizde kesinlikle yok, bunların hepsi birer yalan. Bu yalanlara da lütfen milletçe inanmayalım.

Bu ülkedeki istikrarsızlık ve iç çatışmalar arttıkça ülkemize gelen düzensiz göçmen sayısının da yükseldiğini görüyoruz. Türkiye’nin Afganistan’da barışın, huzurun ve istikrarın tesisi için gösterdiği yoğun gayretin gerisindeki sebeplerden biri de budur. Bilindiği gibi bir süredir Amerika’nın Afganistan’dan çekilişi sonrasında bu ülkede inisiyatif üstlenme konusunda çeşitli görüşmeler yapıyorduk. Ancak henüz bu görüşmelerimiz neticelenmeden Taliban ülkenin neredeyse tamamını kontrolü altına aldı. Bizim gayemiz öncelikle bu ülkenin istikrarı ve güvenliği olduğu için gerekirse Taliban’ın kuracağı hükûmetle de görüşüp ortak gündemlerimizi konuşacağız.

“BU ÜLKENİN KANUNLARINA UYMAYANLARIN KAOS ÇIKARTACAK TAVIRLAR SERGİLEMESİNE ASLA İZİN VERMEYİZ”

Afganistan’da çeşitli sebeplerle bulunan 5 bin vatandaşımızdan geri dönmeyi talep eden 500’ü ile 83 yabancıyı ülkemize getirdik. Hâlen dönüş için sıra bekleyen ve sayıları 300’ün altında olan vatandaşlarımızı da en kısa sürede ülkemize nakledeceğiz. Diğer yandan düzensiz göçmenlerin ülkemizde yol açtığı huzursuzluğun farkındayız. Esasen dünyada bu kadar sığınmacıyı barındırıp da bu kadar az asayiş sorunuyla karşılaşan bir başka ülke yoktur. Münferit birtakım hadiselerin medya ve sosyal medya vasıtasıyla farklı boyutlarda takdim edilmesini iyi niyetli bulmuyoruz. Muhalefetin bu konudaki nefret söylemlerini de tehlikeli ve art niyetli olarak değerlendiriyoruz.

Türkiye, elbette yolgeçen hanı değildir. Bu ülkenin kanunlarına, kurallarına, düzenine uymayanların kaos çıkartacak tavırlar sergilemesine asla izin vermeyiz. Zaten bu tür davranışlar içine girenler yakalanarak derhal sınır dışı edilmektedir. Ülkemizde hukuk herkes içindir, misafirlerimiz de bunun dışında değildir. Ancak sığınmacıları ve düzensiz göçmenleri kendi kirli gündemlerine meze etmek isteyenlere de göz yummayız. Hele hele kamu güvenliğini tehdit edecek şekilde bu insanların hayatlarına kast edenleri, yağmaya yeltenenleri asla affetmeyiz.

Aldığımız sınır tedbirleri ve düzensiz göçmenleri süratle ülkelerine gönderecek mekanizmaları güçlendirmemiz sayesinde inşallah bu sıkıntıları yakında büyük ölçüde çözeceğiz.

“TÜRKİYE’NİN AVRUPA’NIN MÜLTECİ AMBARI OLMAK GİBİ BİR SORUMLULUĞU YOKTUR”

Tabii şu gerçeği de Avrupalı dostlarımıza hatırlatmamız gerekiyor: Milyonlarca insanın cazibe merkezi hâline gelen Avrupa, sırf kendi vatandaşlarının güvenliğini ve refahını korumak için sınırlarını sert bir şekilde kapatarak bu sorunun dışında kalamaz. Üstelik Avrupa bu tutumuyla sadece uluslararası hukuku ihlal etmekle kalmıyor, insani değerlere de sırtını dönüyor. Türkiye’nin Avrupa’nın mülteci ambarı olmak gibi bir görevi, sorumluluğu, mecburiyeti de yoktur. Biz ülke olarak sınırlarımızı güçlü bir şekilde kapattıktan ve mevcut düzensiz göçmenleri evlerine gönderdikten sonra bu insanların diğer kanallardan nereye gideceği kendi bilecekleri iştir.

Ülkemizdeki Suriyeliler meselesi ise farklı bir konudur. Bu insanlardan dilimizi öğrenerek, mesleki yeteneklerini geliştirerek, sosyal uyumu sağlayarak ülkemizde kalacak elbette olacaktır. Ama bunu başaramayanların kendi ülkelerindeki durumun iyileşmesine paralel şekilde evlerine dönüşlerine yardımcı olmak da bizim kendi vatandaşlarımıza karşı sorumluluğumuzun gereğidir. Nitekim şu ana kadar yaklaşık 450 bin Suriyeli kardeşimiz de kendi rızalarıyla ülkemiz güvenli hâle getirdiği bölgelere dönmüştür.

Afganistan’a gönderdiğimiz kişi sayısı da 235 bini bulmuştur. İnşallah bu konuda kurumlarımızın yürüttükleri kapsamlı çalışmaları hızla sonuçlandırıp orta vadede meseleyi tamamen çözeceğiz.

Bizim inancımızda, tarihimizde, kültürümüzde topraklarımıza sığınmış insanlara karşı haksız şekilde nobranlık yapmak, hele hele canlarına, mallarına, ırzlarına kastetmek kesinlikle yoktur. Misafirlerimizden suç işleyenler olursa herkes gibi onlar da hukuk önünde hesabını verirler. Bunun dışındaki yöntemlerin ülkemize ve milletimize yakışır tarafı olmadığının altını bilhassa çizmek istiyorum. Kendi vehimleri veya sinsi hesapları sebebiyle masumun canına ve malına el uzatanların karşılarında sadece devleti değil milleti de bulacaklarına inanıyorum. Çünkü milletimiz bunca badireyi kendi gücü ve mücadelesi yanında el uzattığı, kol kanat gerdiği mazlumların duası sayesinde atlattığını gayet iyi biliyor.

Rabbim yar ve yardımcımız olsun. Rabbim ülkemizi her türlü kazadan, beladan, afetten, fitneden, fesattan muhafaza eylesin.”

YORUM YAP