12 Eylül 1980 Askerî Darbesi öncesindeki olayların gerçek failleri ve azmettiricileri yıllar sonra ortaya çıkmıştır. « İzmit Pusula Gazetesi

25 Kasım 2024 - 02:00

12 Eylül 1980 Askerî Darbesi öncesindeki olayların gerçek failleri ve azmettiricileri yıllar sonra ortaya çıkmıştır.

12 Eylül 1980 Askerî Darbesi öncesindeki olayların gerçek failleri ve azmettiricileri yıllar sonra ortaya çıkmıştır.
Son Güncelleme :

24 Aralık 2017 - 15:33

‘BAZI TERÖRİST SEVİCİLER, ESKİ FUTBOLCUNUN ATTIĞI PASI GOLE ÇEVİREYİM DERKEN OFSAYDA DÜŞMÜŞTÜR’

MHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Semih Yalçın, ‘CHP’nin Hezeyanları ve Gündemin Önemli Başlıkları’na ilişkin yazılı basın açıklaması yaptı.

MHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Semih Yalçın, ‘CHP’nin Hezeyanları ve Gündemin Önemli Başlıkları’na ilişkin yazılı basın açıklaması yaptı.

Açıklamasında;

“Kulaktan dolma bilgilerle romantik solculuk yapan eski bir futbolcunun; yıllarca filelere yolladığı topu, transfer olduğu yorumculuk mevkiinde oynarken ana muhalefet partisi CHP’nin düştüğü siyaset kuyusuna atması, kökü geçmişteki yaşanan olaylara uzanan ön yargı ve düşmanlıkların küllerini savurmuştur.
Cehaletin sevkiyle dipsiz kuyulara yollanan topu kırk akıllı çıkarmaya uğraşırken; CHP başta olmak üzere bazı terörist seviciler, eski futbolcunun attığı pası gole çevireyim derken ofsayda düşmüştür.
Bir dönemin “Şeytan” lakaplı ünlü futbolcusu; anlamsız ve isabetsiz bir benzetmeyle bir dönemin azılı teröristlerinden Deniz Gezmiş’i gündeme taşıyarak farkında olmadan Pandora’nın kutusunu açmış; kötülükler, kaos ve tedhiş dünyasının karanlık şeytanlarını kutudan çıkarmıştır.
İflah olmaz solculuk ve halktan kopuş yüzünden kuyuya düşmüş bulunan CHP’ye pas atmanın, söz konusu eski futbolcunun sahadaki şeytanlığıyla bağdaşmadığına dair Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin yorumuysa ana muhalefet takımını büsbütün siyasetin sağduyusundan koparmıştır.
Karanlık şeytanları; eski futbolcuya “Dile benden ne dilersen.” demeyeceği gibi, CHP’ye de insanüstü güçler bahşetmeyecek, bilakis lanetini genişletecektir.
Karanlık iblislerinin ektiği kaos tohumları yüzünden geçmişte yaşanan üzücü Kahramanmaraş ve Çorum Olayları bahane edilerek MHP’ye kara çalmaya uğraşmaksa kimseye fayda vermeyecektir.
12 Eylül 1980 Askerî Darbesi öncesindeki olayların gerçek failleri ve azmettiricileri yıllar sonra ortaya çıkmıştır.
Kahramanmaraş ve Çorum Olayları sırasında bir ucu içeride diğer ucu dışarıda bulunan provokatif ajanların, bir kardeş kavgasının fitilini ateşlediği belgeleriyle ortaya çıkmıştır.
Deniz Gezmiş gibi millet ve mukaddesat düşmanlarının, bu elim terör hadiselerinin öncülü olan kuşağı temsil ettiğinin Sayın Devlet Bahçeli tarafından ortaya konulması ise CHP’yi ve ana muhalefet partisinde yuvalanmış bulunan Marksistleri rahatsız etmiştir.
Bunun içindir ki geçmişlerinin deşilmesini istemeyen malum çevreler, MHP’yi karalama ve karanlıkların şeytanlarını savunma telaşına düşmüşlerdir.
Yeri gelmişken, geçmişe dair bazı çarpıcı gerçekleri kamuoyuyla paylaşmak isteriz.
1978 yılının Aralık ayında yaşanan Kahramanmaraş Olaylarından 6 ay önce merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş, Kahramanmaraş’ın barut fıçısı hâline geldiğini, kentte bir kardeş kavgasının tezgâhlandığını belirterek dönemin CHP’li İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’yı uyarmış ve sıkıyönetim ilan edilmesini istemiştir.
Bu uyarıya sert tepki gösteren Özaydınlı ise gereken tedbirleri almak yerine sert sözlerle Türkeş’i suçlamıştır.
Sonradan Alparslan Türkeş haklı çıkmış ve Kahramanmaraş’ta kanlı olaylar patlak vermiştir.
Daha sonraki yıllarda, Suriye’den ülkeye sızan bir Marksist hücre ile CİA ajanlarının olayları tertip ve tahrik ettiği anlaşılmıştır.
Ancak ne hikmetse MHP sürekli Kahramanmaraş Olaylarını tertip etmekle suçlanmış ve solcu çevrelerce bu ön yargı akıllarda tutulmaya çalışılmıştır.
Hakikat odur ki MHP asla kardeş kavgasından yana olmamıştır.
MHP’nin en önemli isimlerinden Gün Sazak 12 Eylül Askerî Darbesi’nden bir süre önce şehit edildiğinde de Alparslan Türkeş Ülkücü camiaya itidal ve sabır tavsiye etmiş, provokasyonlara kapılmamaları için tedbir almıştır.
MHP camiası; Türkiye’yi Marksist bir uydu devlet hâline getirecek, federasyonlara bölecek bir iç savaşın tarafı ve müsebbibi olmamıştır. Aksine varlığıyla milletin bekasının teminatı olmuştur.
Gün Sazak’ı 27 Mayıs 1980’de şehit eden kirli eller kimlerse hemen arkasından Çorum Olaylarını tezgâhlayanlar da onlardır.
MHP, bugün de aynı tutarlı pozisyonda ve aynı sorumluluk mevkiindedir.
Deniz Gezmiş’e gelince…
Eğer Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı, genç bedenlerin haksızlık yapılarak asılması olarak görülüyorsa bunu dillendirenlerin, 12 Eylül Darbesi sonrasında suçsuz yere darağacına yollanan Ülkücü şehit Pehlivanoğlu’nu da mertçe savunmaları icap eder.
Ayrıca azılı bir teröristin asılması onu kahraman yapmaz…
Deniz Gezmişi özgürlük ve demokrasi kahramanı göstermek; komünistlerin işlediği cinayetleri, devlete karşı yaptıkları terör eylemlerini aklamak demektir.
“Senin eylemcin kötü, benimkisi iyi.” anlayışının ürünü olan bu bakış açısı, sakat ve hastalıklıdır.
Deniz Gezmiş’in yasa dışı eylemlerine demokrasi, barış ve insan hakları elbisesi giydirerek masumiyet süsü vermek; suçluyu iddia makamına oturtmaktır.
CHP’nin Gezmiş’e sahip çıkmasıyla HDP’ye sahip çıkması, aynı sakat kafanın mahsulüdür.
Genç kuşaklar onu tanımamakta; Deniz Gezmiş gibi sıradan bir terörist; abide bir şahsiyet, bir kahraman gibi lanse edilmektedir.
Eskiler onun ve hempalarının ne mal olduğunu iyi bilir.
Vaktiyle öğrencisi olduğu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde yapılan aramalarda, Deniz Gezmiş’e ait silahlar ele geçirilmiştir.
Gezmiş, 20 Aralık 1969′da tutuklanmış ve 8 Eylül 1970′e kadar hapis yatmıştır. Hapisten çıktıktan sonra Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan’la birlikte Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu kurmuştur.
THKO, silahlı bir terör örgütü olarak faaliyet göstermiştir.
Bu terör örgütünün kuruluşu, Deniz Gezmiş ve arkadaşları tarafından Ankara’da ABD Büyükelçiliği önünde nöbet tutan polislere kurşun sıkılarak duyurulmuştur.
Yaralanan polislerin bulunduğu olay mahalline Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil tarafından THKO bildirisi bırakılmıştır.
THKO; İstanbul’da birçok silahlı soygun ve gasp, ODTÜ’de görevli bir kişinin arabasının silah zoruyla gasp edilmesi, zorla evine girilen bir astsubayın eşinin tabancayla yaralanması, bir astsubayın silah zoruyla kaçırılması, Şarkışla ve Gemerek’te güvenlik güçleriyle silahlı çatışma, ABD askerlerinin kaçırılması gibi terör eylemlerini gerçekleştirmiştir.
Bu millet ve insanlık düşmanı düzmece kahraman, söz konusu eylemleri yüzündendir ki yakalanıp tutuklanmıştır.
Sonra da 9 Ekim 1971′de TCK’nın 146. maddesinin ihlali gerekçesiyle 9 Ekim 1971′de idama mahkûm edilmiştir.
Yani Marksist yazarçizer ve sanatçı takımının “üç fidan” diye Türk milletine yutturmaya çalıştığı teröristler, aslında üç çıyandır.
CHP’nin Deniz Gezmiş’e sahip çıkması, Atatürk’ün Mustafa Suphi’ye sahip çıkması kadar olmayacak bir şeydir.
Atatürk, CHP’nin kurucusu olarak hiçbir zaman Marksistlere prim vermemiş, onların partide egemen olmalarını daima engellemiştir.
Deniz Gezmiş’e sahip çıkmak; Abdullah Öcalan’a, Cemil Bayık’a Kandil’e, PYD’ye sahip çıkmaktır.
Deniz Gezmiş’e sahip çıkmak; Marksist çetelerin 12 Eylül öncesi ve sonrasında işlediği cinayetleri, millete ve devlete zarar vermek amacıyla yaptığı eylemleri aklamaktır.
Millet bu dolmaları yutmaz ve ilk seçimde de CHP’den bunun hesabını sorar.
Devletin askerine, jandarmasına, polisine kurşun sıkan teröristlerin geçmişteki ihanetlerinin unutturularak birer sahte kahramana, kartondan idole dönüştürülmelerinin karşılığını millet sandıkta verir.
İşin bir başka acı tarafı şudur: Eski Marksistler görünürde de olsa antiamerikancıyken şimdikiler; 15 Temmuz ihanet kalkışmasına, FETÖ’ye, PKK’ya, açık seçik ABD-PYD işbirliğine ve düzmece Zarrab Davası’na rağmen devletin yanında değil; hainlerin safında yer almışlardır.
Yeni kuşak solcular, Amerikancılıkta Amerika’yı bile sollamışlardır.
Bu ne yaman çelişkidir.
Oysa Amerika Birleşik Devletleri’nin açıkladığı yeni Millî Güvenlik Stratejisi ve Başkan Trump’ın Kudüs konusunda sergilediği İsrail yanlısı tutum, en büyük küresel sömürge imparatorluğunun çöküşüne işaret etmektedir.
Birleşik milletler Genel Kurulundan çıkan sonuç ise üç büyük dinin merkezi konumundaki Kudüs’ün özel statüsünün, bütün yeryüzü sakinlerince benimsendiğini göstermektedir.
Parayla, güç kullanarak ve tehditle mahalle sakinlerini satın almaya çalışan mafya babasının başarısız kalmasına benzeyen bu hezimet; dünyanın tahakküm ve zorbalığa rıza göstermediğinin, bundan sonra da göstermeyeceğinin delili olmuştur.
Uluslararası hukukun güçle satın alınamayacağı, korkuyla dünya düzeni tesis edilemeyeceği ortaya konmuştur.
ABD; hem öngörüsüz hem de paranoyak stratejik hesapları, anlaşılmaz vehimleri ve yanlışlarıyla baş başa kalmıştır. Yalnız kalmıştır.
Hür dünya; dolara, orantısız askerî ve nükleer üstünlüğe dayalı emperyalizm karşısında haysiyetini ve onurunu korumuştur.
Özgürlükler ülkesi Amerika Birleşik Devletleri; tarihî misyonundan şiddetle uzaklaşarak hürriyet ve bağımsızlık olgusuna karşı gelmiş, dünya milletler ailesi de bu talihsiz sapmaya karşı durmuştur.
Yeryüzü devletler ailesi tehditlere boyun eğmemiş, küresel vicdan emperyalist tahakküme galebe çalmıştır.
Bu gerçek, artık yeryüzünde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ortaya koymuştur.
ABD’nin Kudüs oylaması sırasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde yalnız kalması, artık hür dünyanın yeni bir global ittifaka gitmesi gerektiğini göstermektedir.
BM’den çıkan netice, aynı zamanda ortaya çıkan tablonun en büyük mimarı olan Türkiye’nin; yeni ve adil bir dünya düzeninin belirlenmesinde de aktif rol alabileceğini göstermiştir.
Böylece Türkiye; tarih boyunca dünyaya nizam vermiş olan atalarının ruhunu diriltmiş, ihya etmiştir.
Türkiye, Filistin ve İslam dünyası açısından bir zafer niteliğindeki bu tarihî sonuç, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya siyasetinin iflası olması bakımından bir kırılma noktasıdır.
Bundan sonra dünya asla eskisi gibi olmayacaktır.
Bundan böyle dünya, güçlünün haklı olduğunu değil; haklının güçlü olduğunu görecektir.
Amerika Birleşik Devletleri içinse hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Bunun işaretleri BM oylaması öncesinde Donald Trump’ın, Amerika’nın Millî Güvenlik Stratejisi’ni açıklamasıyla zaten belli olmuştur.
Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımakla kalmayan; Millî Güvenlik Stratejisini açıklamak suretiyle herkesi potansiyel tehdit ve Amerika’nın düşmanı olarak ilan ederek dünyaya meydan okuyan ABD Başkanı Donald Trump, ülkesini özgürlükler ve fırsatlar ülkesi olmaktan çıkarmıştır.
ABD, özgürlüklerin düşmanı hâline gelmiştir.
Hür ve müstakil Amerika’yı kuran ruhun günümüzdeki temsilcileri ve savunucuları, demokrasi ve insan hakları yanlıları harekete geçmelidir.
ABD’nin yolundan sapması, bu ülkenin aklıselim sahibi ezici çoğunluğunun müdahalesiyle önlenmelidir.
Son olarak Medine müdafii merhum Fahrettin Paşa hakkında alçakça iftiralarda bulunan BAE Dışişleri Bakanına bir çift sözümüz vardır.
Fahrettin Paşa, bütün Türk milletinin iftihar ettiği; hayır, minnet ve şükranla yad ettiği bir millî kahramandır.
Fahrettin Paşa, 2 yıl 7 ayı bulan Medine savunmasıyla Birinci Dünya Savaşı’nın sonunu geciktirerek İngilizlerin yeniden savaşa giremeyecek kadar bitap düşmesinde rol oynayan büyük komutanlardan biridir.
Kutsal emanetlerin düşman eline geçmesini önlediği için Fahrettin Paşa’yı hırsızlıkla suçlayan bakan müsveddesinin ecdadı, bağımsızlık bahanesiyle Osmanlıyı sırtından vurup İngilizlerle iş birliği yaparak vatanına ihanet etmiştir.
Hatta Fahrettin Paşa vatan topraklarını düşman çizmelerinin çiğnememesi için açbiilaç savaşırken, Medine’yi kanı ve canı pahasına müdafaa ederken; bahse konu bakan taslağının ataları Arabistan çöllerinde haydutluk yapmakla, yol kesmekle meşgul olmuştur.” dedi.

YORUM YAP