TBMM Başkanı Binali Yıldırım, “Hedefimiz, Türkiye’yi dünya devletler ailesinin itibarlı bir üyesi haline getirmektir. Genel Kurulumuzdaki tüm milletvekillerinin, aynı niyet ve gayret içerisinde olduklarına inanıyorum.” dedi.
TBMM Genel Kurulu, bütçe üzerinde son konuşmaların yapılması ve 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın açık oya sunulması için Meclis Başkanı Binali Yıldırım başkanlığında toplandı.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun 2019 yılı bütçesini, 23 Ekim-22 Kasım tarihlerinde görüşerek kabul ettiğini, Genel Kurulun ise 10 Aralık’ta Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk bütçesi olan 2019 bütçesini görüşmeye başladığını hatırlatan Yıldırım, 11 gün boyunca gece gündüz yürütülen çalışmaların son gününe gelindiğini belirtti.
Egemenliğin kayıtsız şartsız tecelli ettiği Meclisin, 142 yıllık tecrübe ışığında faaliyetlerini sürdürdüğünü kaydeden Yıldırım, TBMM’nin, açıldığı günden bu yana milletin geleceğini ilgilendiren kanun ve kararlara imza atarak, ülkenin karşı karşıya kaldığı meselelerin yegane çözüm yeri olduğunu ifade etti.
Türkiye’nin 21 Temmuz 1946’daki seçimlerle çok partili hayata geçtiğini, 14 Mayıs 1950’deki seçimlerin ise siyasi tarihte dönüm olduğuna işaret eden Yıldırım, 14 Mayıs 1950’den 24 Haziran 2018’e kadar geçen 68 yıllık süreçte Türkiye’nin parlamenter sistemle bugünlere geldiğini anlattı.
24 Haziran seçimleriyle, 16 Nisan 2017’de kabul edilen Anayasa değişikliği gereğince yönetim sisteminin değiştiğini ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiğini vurgulayan Yıldırım, kendisinin de parlamenter sistemin son Başbakanı ve yeni dönemin ilk Meclis Başkanı olduğunu bildirdi.
Yaklaşık 6 aydır Meclis Başkanlığı görevini yürüttüğünü belirten Yıldırım, TBMM’nin yasama ve denetim görevinin yanı sıra temsil görevini de sürdürdüğünü anımsattı.
Milletvekillerinin asli görevinin Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet payidar kılacak kararları almak olduğunu anlatan TBMM Başkanı Yıldırım, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile beraber TBMM’nin parlamenter diplomasi konusundaki etkinliğinin artırılmasının da önemli hale geldiğini kaydetti.
Yıldırım, 27. Dönem 2. Yasama yılı başından itibaren yoğun bir çalışma içerisine girdiğini bildirdi.
Antalya, İzmir ve İstanbul olmak üzere, 3 ayrı uluslararası toplantıya ev sahipliği yaptıklarını aktaran Yıldırım, bu toplantılarda, özellikle bölgesel ticarette uygulanan tek taraflı kısıtlamaları, bazı ülkelerin yerel para birimlerini silah olarak kullanmaları, terörizm, işsizlik, alt yapı yetersizliği, toplam gelirin dünyada adaletsiz dağılımı, göç ve mülteci konularını değerlendirdiklerini ifade etti.
İran, Rusya, Pakistan ve Afganistan ile bölgesel terörle mücadele konusunda güvenlik toplantısı yaptıklarını kaydeden Yıldırım, “Hedefimiz, Türkiye’yi dünya devletler ailesinin itibarlı bir üyesi haline getirmektir. Genel Kurulumuzdaki tüm milletvekillerinin, aynı niyet ve gayret içerisinde olduklarına inanıyorum.” diye konuştu.
İktidar ve muhalefet partilerine mensup milletvekillerinin, kürsüde dile getirdikleri görüş ve önerilerinin millet tarafından büyük bir merak ve ilgiyle izlendiğine değinen Yıldırım, millet iradesinin tecelli ettiği Meclis çatısı altında yapılan görüşme ve çalışmaların, bugüne kadar olduğu gibi büyük bir olgunlukla süreceğine inancının tam olduğunu vurguladı.
Genel Kurulun açılışında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve HDP Eş Genel başkanları Pervin Buldan ve Sezai Temelli de hazır bulundu.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Meclis Grubu adına TBMM Genel Kurulunda 2019 yılı bütçesinin tümü üzerindeki görüşmelerin gerçekleştirildiği son gün konuştu.
Kendilerinin “rejime kasteden anayasa değişikliği”, destekleyenlerin ise “sistem değişikliği” olarak adlandırdıkları bu yeni dönemde ilk bütçe görüşmelerinin tamamlanmak üzere bulunduğunu belirten Özel, bütçe hakkının, insanlık ve demokrasi tarihi açısından kazanılmış en önemli hak olduğunu vurguladı.
Özel, bütçe hakkının monarşiye ve tek adam rejimine karşı elde edildiğini, halk adına seçilmişlerin vergiyi toplayacak sağ elleriyle harcamaları yapacak ve yardımları dağıtacak şefkatli sol ellerinin dengesinin vicdanlarda kurularak, kağıda geçirilmesi anlamını taşıdığını ifade etti.
Türkiye’de bütçe hakkının elde edilmesinin, 1808 yılındaki Sened-i İttifak ile gerçekleştiğini anımsatan Özel, “Ama Türkiye bunu AK PARTİ Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın adını söylemeden 10 yıldır söylediği ‘milletimize istikamet dayatılıyor.’ söylemiyle hatırlayacak. Geriye giderseniz, Sened-i İttifak’ı, yani tek adam rejiminden yetkilerin paylaşılmasına başlayan ilk adımı göreceksiniz. ‘İstikamet dayatılıyor.’ diye itiraz edilen meselenin özü budur aslında.” diye konuştu.
İkinci Meşrutiyet ile parlamentonun kazandığı gensoru ve güvenoyu müesseselerinin, 24 Haziran sonrası kaybedildiğini ileri süren Özel, Meclis tarafından onaylanmaması halinde bütçenin bir önceki yılki tutara yeniden değerleme oranında artırılarak kabul edilmiş sayılmasının, parlamentonun denetim ve kazanımını yitirmesine neden olduğunu savundu.
Bu durumun, ülke tarihi açısından 210 yıllık, dünya demokrasi tarihi açısından da 800 yıllık bir geriye gidiş anlamına geldiğini ileri süren Özel, “Ne hazindir, ne kötü bir tesadüftür ki veya tesadüf müdür ki, o Senedi İttifaktan, bu ittifak senedine 210 yıl geçmiş. 16 Nisan referandumu üzerinden 24 Haziranda bir ittifak senedinin yarattığı birlikteliğin bir cumhurbaşkanı seçmesiyle tüm bu kazanımları kaybettiğimiz bir süreci yaşadık.” diye konuştu.
İnsani gelişmişlik endeksinin yüksek olduğu ilk 10 ülkeden 9’unun parlamenter sistemle, sadece ABD’nin katı kuvvetler ayrılığı ile tanımlanan bir başkanlık sistemiyle yönetildiğine işaret eden Özel, son sıradaki ülkelerin ise başkanlık ve yarı başkanlık rejimiyle yönetildiklerini ve hiçbirinde kuvvetler ayrılığı ilkesinin bulunmadığını anlattı.
Özel, parlamentonun Fransızca konuşmak anlamına gelen “parle” fiilinden geldiğini ve burada söylenenlere sabırlı olunması gerektiğini, buna rağmen Meclis kürsüsündeki konuşmaları nedeniyle son yıllarda parlamenterlerin cezalandırıldıklarını ve milletvekilliklerinin düşürüldüğünü kaydetti.
İlk Mecliste en çok eleştiren ve eleştirilere en çok tahammül gösteren kişilerin başında Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk olduğunu anlatan Özel, “Geçmişte Genel Kurmay Başkanlığı yapmış, bugün Milli Savunma Bakanlığında olan birisine sadece bazı eleştiriler yöneltildiğinde bile ‘sınır ötesi operasyondan önce bu ordumuza yapılır mı?’ diyenlere, Sakarya Meydan Muharebesine giden Atatürk’ün ilk Mecliste hangi sözlere tahammül ettiğini, hangi sağlıklı müzakereleri yönettiğini ve Atatürk’ün demokrasi anlayışından nereye savrulduğumuzu hatırlatmayı bir borç bilirim.” açıklamasını yaptı.
CHP’li Özel, Türkiye’nin yaşadığı gerilemedeki en önemli kilometre taşlarından birinin 15 Temmuz hain darbe girişimi olduğunu belirterek, CHP olarak girişime karşı duruşlarını ilk dakikadan itibaren ortaya koyduklarını hatırlattı.
Tüm siyasi partilerin, 15 Temmuz konusunda hükümete hukuk içinde kalmak kaydıyla tam destek verdiğini ancak OHAL nedeniyle ekonomik olarak çok önemli kayıplar yaşandığını öne süren Özel, “Sadece faiz, para değil, bakarlar dışardan… Örneğin Osman Kavala’nın, gazetecilerin tutuklu olduğu, insan hakları savunucularının en ağır şekilde tecrit ve derdest edildiği ülkeye bakarlar. Bu ülkede yatırım, tatil yapılabileceğine, sağlık turizmi için hasta çekilebileceğine kimseyi inandıramazsınız.” dedi.
AK PARTİ hükümetlerinin “dikleşmeden dik durmak” konusunda övündüğünü ancak “önce dikleştiğini sonra dik duramadığını, Türkiye’nin itibarının ayaklar altına alındığını” iddia eden Özel, şöyle konuştu:
“İçeride ve dışarıda herkes şunu biliyor; Türkiye’de hukuk, kuvvetler ayrılığı yok. Yargı doğrudan yürütmeden talimatlar alıyor. Türkiye’de kimin tutuklanacağına dünya liderimiz, kimin serbest bırakılacağına dünyanın diğer liderleri karar veriyor. Merkel telefon edince Deniz Yücel, Macron telefon edince Fransız gazeteciler, Trump telefon edince Brunson, Schröder telefon edince Büyükada tutukluları serbest kalıyor. Trump’un restine karşı önce diklenmeyi ama dik duramamayı Türkiye Cumhuriyeti tarihi kara birer sayfa olarak not etmiştir.”
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Hazine ve Maliye Bakanlığına Berat Albayrak’ı atamasını eleştiren Özel, “Cumhurbaşkanı, Albayrak için ‘6 ay Marmara Üniversitesine gönderdik, makroekonomi dersi aldı.’ cevabında, demokratik ülkeler şunu ister; bu dersi alanı değil de 6 ayda hızlandırılmış ekonomi patronluğu dersi verebilecek hocayı ekonominin başına getirmek ülkenin menfaatinedir. Damadı ekonominin başına getirmek, baştan aşağıya, şeklen de esasen de ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bütün dünya buna bakar.” değerlendirmesini yaptı.
Türkiye’nin meri olan ama meşru olmayan bir anayasa ile yönetildiğini savunan Özel, TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ın “torba kanun devri bitecek.” ifadelerini kullanmasına rağmen yeni dönemde Mecliste kabul edilen toplam 12 teklifin yasalaştığını, bunlardan 10 kanunun 8’inin torba yasa olduğunu kaydetti.
“Yeni rejimde” bakanların milletvekillerinin sorularını yanıtlamadığını ileri süren Özel, “Bakanlar, şu ana kadar verilmiş 6 bin 865 soru önergesinden sadece yüzde 4,3’üne tekabül eden 293’üne yanıt verdiler.” dedi.
Yürütmenin söylediği düzenlemelerin teklif olarak TBMM’ye sunulmasına ilişkin de eleştirilerini sürdüren Özel, şu görüşlerini paylaştı:
“AKP Genel Başkanı ‘bedelli askerlik çıkacak’ dedi ertesi gün bedelli askerlik kanun teklifi verildi. Berat Albayrak 45 gün öncesinden ‘Kalkınma Bankasına ilişkin teklifi ekimde Meclise sunuyoruz’ dedi. Oysa ki böyle bir hakkı yok, haddi de değil. İtiraz ettik o günlerde. Sonra bir milletvekilimizin kalbine doğmuş olacak ki Berat Albayrak’ın bahsettiği ve müjdelediği teklifi, satırı satırına imzalayarak Meclise verdi. AK PARTİ grubu MHP grubundan da aldığı rakamsal destekle sarayın anayasaya karşı gizli iş birliği yapıyor. Öyle hazin bir durumdayız ki yapılırken biz ‘Erdoğan’a değil, her doğana anayasa yapılsın.’ dedik. Erdoğan’a yapıldı. Daha bir sene geçmeden, kendisi için yapılan anayasayla çelişkiler yaşamaya başladı. Bugün ülkeyi ‘anayasa ve yasalar olmadan yönetme’ gibi bir yaklaşımla maalesef karşı karşıyayız.”
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, TBMM Genel Kurulunda 2019 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi’nin görüşmelerinin son gününde CHP Grubu adına söz aldı.
Bir ilçe emniyet müdürünün, tarihi eser kaçakçılığından tutuklandığına yönelik son dakika haberi geldiğini belirten Altay, “Türkiye’nin geldiği hale bakın.” ifadesini kullandı.
Hz. Ömer’in, “Adalet olmadıkça yönetimin, edep olmadıkça asaletin, cömertlik olmadıkça zenginliğin faydası olmaz.” dediğini anlatan Altay, bu bütçenin adalet, edep ve cömertlik yoksunu, tefessüh bütçesi olduğunu savundu.
Bütçede şeffaflığın olmadığını öne süren Altay, “Bütçe bir yüzleşmedir, hesap vermedir, muhasebedir, öngörüdür, vizyondur, denetimdir. Bu bütçe çerçevesinde, bizim 15 Temmuz’la yüzleşebilmemiz lazımdı. Çözüm süreciyle, 17-25 Aralık’la, 20 Temmuz’la, yaşam tarzı, inanç aidiyeti ve etnik aidiyet üzerinden yapılan siyasetle yüzleşebilmemiz lazımdı.” diye konuştu.
Altay, demokrasi, ekonomi, eğitim, toplumsal barış ve dış politika şeklinde 5 temel soruna ülkenin prangalandığını savunarak, Samsun Tekkeköy’de açlıktan ölen 2,5 aylık Kübra bebekle, Van Gürpınar Yalınca köyünde doktor ulaşamadığı için ölen 3 yaşındaki Muharrem Taş ile ve onu bir çuvala koyup otopsi için devletin ayağına, 16 kilometre sırtında taşıyan babasıyla yüzleşemediklerini, helalleşemediklerini ileri sürdü.
Engin Altay, “Bütçede, Ali İsmail Korkmaz’larla, Ali Tatar’larla, Türkan Saylan’larla, Başbağlar, Roboski, 10 Ekim, Merasim Sokak, Pamukova, Çorlu, Tahir Elçi, teröre verdiğimiz şehitlerimizle ne yüzleştik ne de helalleştik.” dedi.
AK PARTİ’nin, özellikle 2008 sonrası adeta bir mutasyona uğradığını ortaya koymak için yüzlerce belge, yüzlerce rakamın sayılabileceğini iddia eden Altay, bugün Türkiye’de hiç kimsenin, yerleşme, seyahat, din, vicdan, düşünce ve kanaati açıklama, bilim ve sanat yapma, basın, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, mülkiyet, ispat hakkı, çalışma ve grev özgürlüğünden tam olarak söz edemeyeceğini ileri sürdü.
Milletin adeta cinnet geçirdiğini savunan Altay, “Bırakın insanı, hayvanlara işkence yapma modası ürettiniz. Bu, topluma geçirttiğiniz cinnetin bir sonucudur. Fuhuştaki artıştan TÜİK rakamlarına göre haberiniz yok mu? Bu bir sosyal tefessüh değildir de nedir?” diye sordu.
Türkiye’nin ekonomide tam bir çürüme süreci yaşadığını öne süren Altay, 81 milyona konkordatonun öğretildiğini, gasp, hırsızlık, uyuşturucu, kara para aklama, darp ve suç şebekelerinin, Emniyet Genel Müdürlüğü envanterinde tavan yaptığını iddia etti.
Altay, adı yolsuzluklarla anılmaması gereken belki de tek bakanlığın Milli Eğitim Bakanlığı olduğunu ifade ederek, sadece FATİH Projesi’ndeki yolsuzlukların bile insanı ürkütmeye, Türkiye’den kaçırmaya yetecek boyutta olduğunu savundu.
Devlette ehliyet ve liyakatin olmadığını iddia eden Altay, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Eski milletvekillerini büyükelçi, rektör, yönetim kurulu üyesi yapmasanız, Beştepe’deki kurullara doldurmasanız, aldıkları emekli milletvekili maaşlarıyla yetinseler ölür müsünüz? Ülkede iyi bir şey oldu mu, ‘Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın önderliğinde bunu yaptık.’ diyorsunuz. Kötü şeyleri de sahiplenin. Allah sizi yakacak. Kendi beceriksizliğinizden, ehliyet ve liyakati ortadan kaldırmanızdan kaynaklı olarak ülkede olup biten her olumsuzluğu, her felaketi, faciayı ya dış güçlere ya Allah’a fatura ediyorsunuz. Allah’tan korkun. Devlette ehliyet, liyakat olsaydı ne Pamukova ne Çorlu ne Ankara tren faciası olurdu. Bunları Allah’a havale etmek ayıptır Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı. Çıkacaksınız , ‘Biz işin tadını kaçırdık, ehliyeti ve liyakati yok saydık ve dünyanın en güvenilir ulaşım yolu aracını, Türkiye için en güvenilmez, en faciaya, katliama açık araç haline getirdik.’ diyeceksiniz, o zaman gelin, burada bu milletten bir özür dileyin.”
Gazeteciler Emin Çölaşan ve Necati Doğru’nun, FETÖ iddianamesine sokulduğunu ifade eden Altay, “Fatih Portakal’ı hangi iddianameye sokacak, merak ediyorum, Portakal’a FETÖ pek uymayabilir, muhtemelen DHKP-C iddianamesine sokar.” dedi.
Altay, 15 Temmuz ile yüzleşilemediğini, FETÖ’nün hain darbe girişiminden sonra Mecliste araştırma komisyonu kurulduğunu, bu komisyon raporunu kaçıran kimsenin, 15 Temmuz’un ortağı olduğunu savundu.
“Yakmadan, yıkmadan, kırmadan, dökmeden sokağın demokrasi olduğunu” kaydeden Altay, şöyle devam etti:
“Sokak olmasa şimdi FETÖ’cüler burada oturuyordu. Sokak korkusu, sokak paranoyası, Gezi paranoyası ya da Gezi istismarı. Erdoğan’da Gezi paranoyası mı var Gezi istismarı mı yapacak, orayı merak ediyorum. Erdoğan şunu çok iyi biliyor: Sokakları bazen terör örgütleri, bazen de karanlık güçler terörize eder. Sokakları her zaman terör örgütleri terörize etmez. 6-7 Eylül olayları terör örgütlerinin işi değildir, karanlık güçlerin işidir. Bu tezgahlara düşmeyelim. Erdoğan, demokrasinin bir tepki ve protesto rejimi olduğunu ya öğrenecek ya öğrenecek, bunun ortası yok. Sokağı terörize eden alçaktır ama ekmek, aş, zamları protesto etmek için barışçıl bir şekilde ‘Açım, ekmek istiyorum.’ diyen adama terörist diyen de aynı şekilde namerttir, alçaktır. Sokağa demokrasi talebi için de ekonomik talep için de kültürel, sosyal talepler için de çıkılır. Başörtüsü mağduru kardeşlerimiz sokağa çıktıklarında terörist miydi? Erdoğan’a demokrasi dışı yolla yapılacak her türlü hamlede sizden önce biz onu durdururuz, merak etmeyin. Erdoğan’ın sokaktan korkmasına gerek yok, Erdoğan bence sandıktan korksun.”
AK PARTİ’nin sürekli, “Biz sandıktan çıktık.” dediğini ifade eden Altay, teknoloji ve bilimden kaynaklı gelişmelerin siyasete tahvil edilemeyeceğini söyledi.
Altay, “Şimdi, siz, ‘Biz, Türkiye’de kara yollarını otoyola evrilttik. Bu bir AK PARTİ başarısı’ derseniz, acaba patikadan şoseye ya da şoseden stabilizeye geçiş, stabilizeden satıh kaplamaya geçiş hangi partilerin başarısıydı? Çıra yakılırken idare lambasına geçilirken hangi partinin siyasi yetenekleriyle geçtik? Bunlar teknolojinin gelişmeleri.” ifadesini kulladı.